EHLİYET.. LİYAKAT.. SADAKAT!…

Millet için.. Devlet için.. Birey için.. Yani; "hayatın" her alanı ve evresi için.. Ki yarınların "bekası" için.. Bu üç kelime; "temel taş'ı" niteliğine sahiptir… "Bütünlük..!" Tabi ki, öz lügat manası itibariyle; işlev görürse.. Ancak, "siyaset diline" uyarlanınca.. Yani "kubbealtı" lügatın mana ölçüsüne terfi edince, "iş çıkmaz sokak" olur… Devlet idaresine nüfuz edici olunca!.. Halk deyimiyle; "çark" biat edici kimlik kazanır..

***

Tarihin sayfalarını çevirelim.. 20 yıl önce değil.. Bir asır öncesi.. Ki, öncesindeki asırları da, "dikkate" alırsak… Devlet yönetiminde; başarının temel taşı, olmazsa olmaz yolu "emaneti ehline" teslim etmekteydi.. Nitekim, dinimiz de bunu emir buyurmaktadır… İşte Nisâ Sûresinin 58'inci ayeti…

"Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder."

***

Ve geriye baktığımızda, "liyakata, ehliyete" riayet edildiğini görürüz… Bu ayetin hükümleri paralelinde, devletin idare edildiği, toplumsal bütünlüğün, bu "çerçevede" korunup, kollandığına şahit oluyor.. Özellikle Hak, hukuk ve adalet "terazisinden" şaşılmazdı… Şaşan da cezasız kalmazdı… "Ehliyetsizliğin, liyakatsızlığın ve sadakatsizliğin" caydırıcı cezası ve hükmü bulunuyordu?...

***

Peki, günümüze gelirsek.. Dahası, son asrın seyrine bakarsak… Liyakat-ehliyet ve sadakat.. Ne hazindir ki, kavramsal olarak; "fiili" bir işleyişi söz konusu değil.. Olmadığı için de, "tarihin" belirli dönemlerinde olduğu gibi, devlet-i aliye de "çöküş" devrinin, hüküm sürdüğünü görüyoruz… Dedik ya siyaset kulvarına, yani lügatına dahil olununca, "sistem" farklı bir işleyiş, kimliğine bürünüyor… Hassasiyet ölçüsü, yok denilecek bir kriterde, "görev verilire ve biat ediciliğe" dönünce, çöküş kıyameti başlar…

***

İşte bu çöküş, aynı zamanda "toplumsal çürümüşlüğü de" körüklemektedir.. İşte hal-i alem orta yerde.. Çektiğimiz sıkıntılar; "çığlık çığlığa" kendini ifade ediyor.. Ama duyan var mı?.. Yok..  Çünkü, "liyakat" sadakate feda edilmiş durumda.. Maalesef bunu, ülke idaresinden tutun da, kamu kurum ve kuruluşlarına kadar… İnanın ki, aile müessesesi içerisinde bile bu durum aynı vehametle kendini ikmale getirtiyor..

***

Biliyorum, burda şu nüansı da gözardı etmeyin diyeceksiniz.. Diyoruz ki, "ehil ve liyakat" sahibi kişiler de, ürkek bir ruh haliyle, kendilerini bir kenarda tutarlar.. Sessizlik ve suskunluk içerisinde.. Zihinlerinde; "görev verilmeyi" bekle, kodu var.. Ancak, "görev istenmez verilirse" derken, bir garabet durum vaki oluyor ki, o da şu.. "Bu görevin ne zaman geri alınacağı"… Yani, "demoklesin kılıcı" gibi, hep başınızda, sallanıp-durur.. Ne zaman, iner diye..

***

Hasılı kelam!… Çıkmaz sokağın, çıkışı.. Karanlık tünelin ışığı.. Bu üç önemli kavramı yüksek, değeri toplumsal birlik, dirlik, bütünlük ve başarı olan; "liyakat, ehliyet ve sadakat" kelimelerini, günümüz siyasetin "zihniyle" değil, Nisa süresinin 58'inci ayetteki; "kutsal anlamıyla", hayat bulursa, biz salih-i selamete kavuşuruz.. Çünkü, "emaneti ehline vermek, mülkün de temelidir.." Ha bir de; ehil olanlar da, "cesaretle" biz buradayız demelidir…. Yoksa; "çark bildik" siyasetin, "biatediciliğiyle" dönmeye devam eder…

***

AYAZ KÖLE'NİN MARİFETİ!

Bir hikaye.. Rivayet odur ki…

Bir gün beyleri Sultan'a sorarlar…

“Ayaz denilen bu kölenin ne marifeti var ki sen ona otuz kişinin maaşı kadar maaş ödüyorsun?” dediler.

Sultan bu soruya o anda cevap vermez..

Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıkar.. Yolda bir kervan görürler.

Sultan beylerden birine: “Git sor bakalım, bu kervan nereden geliyor?” der..

Bey atını sürerek gider.. Birkaç dakika içinde geriye döner ve der ki:

“Efendim kervan Rey şehrinden geliyor...”

Sultan “Peki, nereye gidiyormuş?” diye sorunca bey susup kalır..

Cevap yok.. 

Bunun üzerine Sultan başka birini gönderir.

O da gidip gelir, verdiği cevap…

“Efendim, Yemen'e gidiyorlarmış..”

Sultan,  “Yükü neymiş?” deyince o da suspus kesiliyor..

Sultan başka bir beye seslenerek: “Sen de git yükünü öğren” der..

O da gider, dönünce cevap verir…

“Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri.” .

Sultan: “Peki, kervan ne zaman yola çıkmış?” diye sorunca bu bey de cevap veremiyor…

Öyle ki, Sultan 30'a yakın beyi, gönderir; aka kimse "kervanla" alakalı soruları tam teşekküllü cevaplayamaz..

Sultan son olarak Ayaz'ı huzuruna çağırır ve der ki;

“Ayaz, git bak bakalım, şu kervan nereden geliyor?…”

Ayaz, hemen cevap verir… Ve başlar Kervan'la ilgili bilgileri aktarmaya…

“Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak edeceğinizi tahmin ederek gidip gerekenleri öğrendim.

Kervan Rey'den gelip Yemen'e gidiyor, yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deveden oluşuyor, şu kadar insan var…”

Ayrıntılı bir şekilde bilgi aktarımında bulunur..

Bütün bunları beyler ağzı açık dinlerler…

İşte Ayaz tek başına 30 beyin edinemediği bilgiyi Sultan'a aktarıyor.

Sultan beylerine döner ve der ki…

“Ayaz'a neden otuz kişinin ücretine denk ücret verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki bu bile onun hizmetine karşılık az geliyor.”

 

***

GÜNÜN SÖZÜ!….

Artık, gelenekselleştiriyoruz.. Güne özgü her gün; "günün sözü" olacak.. İlk gün, siftah diyerek…

- Beyler..

- Bayanlar…

- Neyin mevzusundasınız, kafa nerde?..

- Başlar ayak, ayaklar baş olmadı mı ki; "mevzuu" amel teşkil etsin..!