BU ALÇAKÇA SALDIRI YİNE TEZGÂHLI BİR OYUN! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye, oldukça büyük huzursuzluklarla karşı karşıyadır.

Toplumsal olarak çekilen bu manevi işkence, her gün biraz daha ülkeyi geriye götürmektedir.

Hatta karanlık güçlerin isteği paralelinde her saat başı ülkenin, uçurumun kenarına doğru itilmekte olduğunu görüyoruz.

Zaten “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir” misali, yıllardan beri defalarca bu köşede yazıyoruz.

Aynı zamanda bu yorumlarımızı Uzay ve Söz Televizyonlarımızda da tüm kamuoyuna duyurmakla beraber, Sosyal medyamızda da yayınlamaya devam ediyoruz.

Maksadımız; ülkenin içinde bulunduğu badirelerin kaynağının araştırılması ve bu doğrultuda kamuoyunu aydınlatmaktır.

Zira bu endişeler 7’den 70’e kadar 78 milyon insana aittir.

Herkesin, hissesini bu karanlık badireden, tezgâhlı senaryodan almakta olduğu aşikârdır.

Fakat bize göre bu badireden daha çok tehlikeli olan şudur ki;

Resmi ağızlardan somut bir delil, somut bir kaynak duyulmadı, adeta suçluyu bile bile saklama siyasetiyle gününü gün eden politika oyunları ortada.

***

Aslında her şey belli; ama bilinmiyor.

Bunca oynanan oyunlar, işlenen faili meçhul cinayetler, tezgâhlanan senaryolar, hep ülkenin bütünlüğüne karşı olan tehlikeli alarmlardır.

Dün olduğu gibi, bugün aynı o uzantı içerisinde sahneye konulan oyunların, hiç de kimseye yabancı olmaması gerekir.

Eğer Başbakan bunu bilmiyorsa, Bakanlar Kurulu yüz yıldan beri oynanan oyunlar, tezgâhlanan tuzakların kaynağını ve merciini bilmiyorsa, vay bu ülkenin haline!

Hiç uzağa gitmeye gerek yok.

Zaten herkes kendi kendini ele veriyor.

Devletin istihbaratı vardır.

Acaba en güvenilir kurum olan MİT (Milli İstihbarat) Kurumu ne iş yapıyor, kiminle çalışıyor veya kime yönelik çalışıyor veya da MİT’in bu çalışma stili gerçekten beğeniliyor mu?

Bunu ne yazık ki kamuoyu bir türlü kestiremiyor.

Keza emniyet istihbarat birimleri ne yapıyor?

Jandarma istihbarat birimleri nerede?

Bütün fedakârlıklarla, canhiraşane çalışıp devletin bütçesini temin etmek için, yani bu kurumlarda çalışanların iaşesine, maaşlarına, sosyal güvencelerini temin etmeye yönelik,  herkes vergisini veriyor ve devletine yardımcı oluyor.

Peki, oluk gibi akan para nereye gidiyor?

***

“Görünen Köy kılavuz istemez” örneğiyle yola çıkarsak…

Gerçekten yıllardan beri gelen giden otoriteler, iktidarlar ve muhalefetler, bir türlü bu milletin ruhunu okuyamıyor.

Ancak birileri kendi kişisel rant, menfaat, makam peşinde olduğu için, milletin birlikteliğine karşı, vatanın bölünmez bütünlüğüne karşı, bin yıllık bir kutsal yüksek dini inançlarına karşı çalışan karanlık güçleri bir türlü ortaya çıkaramıyor.

Çıkartmıyor..

Tabiri caizse; “Sen git, ben geliyorum, ben gidiyorum sen gel” misali devir teslim politikasıyla, ülkede ciddi ve samimi olarak demokratik hukuk düşüncesi paralelinde bir çalışma stili bulunmuyor.

Onun için her gün biraz daha terör azıyor, azgınlaşıyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyor.

Kimin eli kimin cebinde belli değil?

Ve bunca milli güce rağmen, bu milli gücü kullanan parlamenter sistem, muhalefetiyle iktidarıyla, bir türlü barışçıl bir zemine oturttulamıyor.

Bize göre bunun sebeb-i mucibesi de her gün biraz daha işlemekte olan karanlık kadrolar ve derin devletin kurullarıdır.

Derin devletin karanlığı demek; bazı kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde oldukça şımarıp büyüyen, şiştikçe şişen, kirli ideolojileriyle Marksist, Leninist, Sovyet sosyalist cumhuriyetine bağlı laik Kemalist anlayışlardır.

Türkiye’de her gün biraz daha oluşup büyüyen gizli terör örgütleri bu sosyalist, Marksist, dinsiz, imansız tehlikeli bir oluşuma bağlıdır.

İster bu terör örgütleri PKK olsun, ister DHKP-C olsun, ister IŞİD namı diğeri ile DAEŞ olsun, her ne olursa olsun…

Kesinlikle ve kesinlikle bunun üst seviyesi yüzyıldan beri devletin bünyesinde oluşa gelen ırkçılık taassubuna dayanıyor.

Bu ırkçılık taassubunun uzantısı da İttihat Terakki Cemiyeti’nden geliyor.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kemalizm’e dayanan rejimin bünyesindeki oluşa gelen mezalimin kaynağı, hiç unutmayalım ki yine İttihat Terakki Cemiyetidir, masonik jön Türklerdir, dolayısıyla Osmanlının bünyesini yıkan devşirme Yahudilerin uzantısıdır.

Ve bugün mevcut terör çeşitlerinin varlığı söz konusuysa, işte o uzantıların uzantısıdır.

* * *

HEDEF ŞAŞIRTMA SANATI; MEVCUT SİYASET ALANININ SANATIDIR!

İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun, ister dış mihraklara bağımlı satılmış medya olsun, ister o medyanın patronları olsun, ister yazar-çizerleri olsun.

Bunlar, kamuoyunu hedeften şaşırtmak için ipte oynayan cambaz gibi gerçekleri tersyüz ederek, millete gerçeklerin ters yüzünü gösteriyorlar.

Polis ve asker suçlanıyor, hem de sahtekâr medyanın veya Marksist, Leninist makyajlı sahtekâr bir siyasi oluşumun liderleri ağzıyla.

Suçlanan ya Cumhurbaşkanıdır, ya Başbakandır veya da AK Parti’dir.

Oysaki sahneye konulan senaryoların başında rol oynayan, ahlak ve onur yoksunu olan bazı siyasi muhalefetin liderleridir.

Ve yine malum medyadır.

Bir aydan beri Diyarbakır ve bazı ilçeleri terör örgütü PKK’nın hegemonyası altında büyük bir sıkıntı içerisindeyken, buna karşı fedakâr polis dimdik ayakta olup mücadele verirken, hala da bu terör örgütünün attığı her kurşun, kazdığı her hendek, ülke için bir yıkım olmasına rağmen, bazı kötü niyetli, Marksist tandesli medya grupları ve yazar-çizerleri bunu görmezlikten gelerek, olayları tersyüz ediyor.

Acaba kim bu kurşunu attı?

“Ölen çocuk veyahut sivili polis öldürdü” diye kılıf uyduruyorlar.

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin manşetinde şöyle bir haber okudum;

Mavi zemin üzerine beyaz puntolarla yazılan haberin içeriği aynen şöyle;

“Şehir bir saatlik huzura hasret kalırken, terör ve şiddet hız kesmiyor”

Gerçekten terör ve şiddet hız kesmiyor.

Büyük puntolarla “HELİN’İ KİM VURDU?” sorusuna da net bir cevap haberin içeriğinde bulunmuyor.

Yani burada bu sorunun bünyesinde yatan amaç; belirsizlik içerisinde görünüyor.

Acaba Polis mi vurdu bu Helin’i?

Oysaki olayın gerçek yüzü aslında bu soru olmamalıydı.

Elbette ki 6 aydan beri Sur ilçesinde Fatihpaşa mahallelerinde 5 vakit ezan okunamıyorsa ve teröristler masum vatandaşların evine girip, evlerini işgal ederek “Evinizi bize teslim edin çıkın” diyerek bu ailelerin kendilerini veya çocuklarını kendilerine kalkan edip, bir binadan diğer binaya duvarları delip geçit yaparken, tabii ki Polis görevini yapacaktır.

Ama milli bir Polis olma hasebiyle, başlıca görevi bırakın vatandaşı veyahut Helin’leri öldürmeyi, bilakis bu vatandaşların huzurunu temin etmek için, PKK terörünün elinden kurtarmak için, canhiraşane, fedakarane kendini siper ederken, bunları görmeyen gözler ve düşünmeyen beyinlerin, neye hizmet ettiklerini doğrusu öğrenmekte zorlanıyoruz.

Haberde geçen olay şu;

“Sur ilçesini kendisine karargâh haline getiren PKK terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H militanlarına yönelik günlerdir güvenlik güçlerinin yürüttüğü operasyonlar devam ederken, üç gündür devam eden sokağa çıkma yasağı, dün kısmi olarak kaldırıldı.

Küçük kız vuruldu

Sabah saatlerinde Hasırlı mahallesinde operasyon yapan polis timine PKK örgütü üyeleri bombalı ve uzun namlulu silahlarla saldırdı. Çıkan çatışma esnasında aynı mahallede bulunan 12 yaşındaki Helin Şen adlı kız çocuğu ağır yaralandı. Polisin hastaneye kaldırdığı Şen tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı”

Halkla Polis arasında çatışma veyahut herhangi bir problem söz konusu olmamakla beraber, PKK terör örgütünün terörist mensupları tarafından Polise ateş açılınca, elbette ki Polis onları gül yağmuruna tutmayacaktır.

Poliste de can var.

Halkın huzuru için, kendisini korumak için, hangi oyun olursa olsun o oyunu oynamalıdır ve terörü yok edinceye kadar çalışmalıdır.

Bu halk, kesinlikle yüzde 90 devletinin yanındadır, polisini desteklemektedir.

Ama ne yazık ki politikacılar, siyaset dünyası, ister iktidar, ister muhalefet olsun…

Ya bu gerçekleri görmüyor ya da görmezlikten geliyor.

Ankara’daki yapılan katliam sonucunda 100’e yakın ölen vatandaşlar, elbette ki Türkiye için büyük bir facia nedenidir.

Ama bunu olayları tersyüz ederek, kılıf uydurarak, DHKP-C değil de PKK değil de illaki DAEŞ yapmış.

Onların batıl ve kirli düşüncelerine göre DAEŞ de bir İslami örgütmüş, “Bak terör yapıyor ve terörist yetiştiriyor ve Irak’a Suriye’ye yaptığı gibi Türkiye’ye de saldırıyor”

Kesinlikle bu tez yanlıştır, bu görüş batıldır, uydurmadır ve yanıltmadır.

Eğer bir terör örgütü DAEŞ’in varlığı söz konusuysa, kesinlikle İslami olamaz.

Bu da beynelmilel ABD’nin, İsrail’in ve Rusya’nın, DAEŞ adını kullanan giydirilmiş bir projesidir..

İslam dinini ve Müslümanları kötü ve tehlikeli göstermek için yapılan bir girişimdir.

* * *

İki gün önce televizyonda sözde DAEŞ’in lideri Ebubekir Bağdadi’nin Bağdat’ta okuduğu hutbeyi izledim.

İnanın, sevgili okurlar.

Bırakın İslami bir örgüte lider olabilecek bir ilim adamı olma şeklini, bilakis zır cahil diyebiliriz ki Arap olduğu halde, minber üzerindeki hutbede cümlesi cümlesine tekniksel olarak yanlış ibareler okuyordu.

Kendini yetiştiren bir din âlimi olarak hiç kimse o hutbeyi böyle yanlış cümlelerle, kelimelerle okuyamaz.

Demek anlaşılan budur ki hurafelerle dolu, giydirilmiş, makyajlandırılmış bir zır cahil veya İngiliz Ajanı Lawrance’ın bir versiyonudur.

Ama bunu fırsat bilerek, Türkiye’nin Kemalistleri AK Parti’yi suçlamak için bunları kullanıyorlar.

Bize göre gerek HDP’nin Diyarbakır mitingi olsun, gerek Suruç mitingi olsun ve gerekse Ankara mitingi olsun, her nerede olursa olsun, oluşan bu canlı bomba terörünün temel dayanağı ve uzantısı sol makyajlıdır, Marksist kaynaklıdır ve Türkiye’deki bazı siyasi oluşum veya partilerin giydirmeleridir.

Tıpkı 90 yaşındaki yaşlı bir kadına 20 yaşındaki gelinin gelinliğinin giydirilmesi gibi.

En derin saygı ve sevgilerimle.