MÜNAFIKÇA BİR SİSTEMİN UYGULAMASI?! (II)

Evet, sevgili okurlar. 
Dünkü sohbetimizde ifade ettiğim çok önemli konuları bugün tekrar burada ifade etmeye gerek duymuyorum.
Ama söylediklerimiz tümüyle yakın tarihimiz boyunca yaşana gelen "Türkiye’nin gerçek yüzüne" aittir.
Bu gerçek yüzünü açığa vurmak için mutlaka kapanan perdeyi aralamak gerekir.
Onu kapatan perde Türkiye’deki "küfür ve nifakın perdesidir." 
Ki çok kalın bir perdedir.
İster siyaset perdesi olsun, ister ticaret, ister rant, ister adalet, her ne olursa olsun, kullanılan kavramlar oldukça gerçek olması lazım.
Maske olarak o kavramların kullanılmaması gerekir.
Eğer güzel kavramlar maske olarak, "nifak ve küfrünü" gizlemek için kullanılırsa, günün birinde tümüyle açığa çıkar ve utanması gereken yüz varsa, o yüz kızarır.
Ama aksi takdirde demişler ya, "arsızın yüzüne tükürürsen oh yağmur yağdı" der.
Bu da öyle olur.
Yıllardan beri bu ülke insanı inim inim inletilmiş, kan, gözyaşları, terör ve mezalim diz boyu yaşatılmış.
Ne var ki; etkili ve yetkili zevat "çözüm bulma" gayreti içerisinde olmamış, elindeki devlet yönetimini hep idare-i maslahattan dem vurmuş, hadiseleri es geçmişlerdir.
Ve bunu icra ederken; kavram kullanımında büyük ustalıklar sergilemişlerdir.
***
Evet, bir çok siyasi parti.
Özellikle; muhafazakâr partiler.
Yıllar yılıdır; milletin dinine, imanına "sözde" sahip çıkma pozisyonuyla, hep aldata gelmişlerdir.
Kendilerinden başkasına da; "fırsat" vermemişlerdir.
Ab-ı hayat bile tanımamışlardır.
Ne yazık ki; tarih boyu hep kendilerini böyle idame etmişlerdir.
Bir arpa boyu kadar da bu milletin dini ve inancı paralelinde hareket etmemiştirler.
Öyle ki gün gelmiş; o içi dolu kavramlar unutulmuş ve halkın milli idrak ve ruhi değerleriyle ters düşmüşlerdir.
Kozmopolitleşmişler.
Ne idügü belirsiz insanlarla siyaset alışverişine girmişlerdir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının önemli bazı kesimlerinde yaşanan rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlüklere göz yumulmuş.
Ama velâkin; bunu gören ve söyleyen muhafazakâr medya unsurlarına da "bu defa suçlama getiriliyor. 
Başka isimler takılarak" hakikatlerin, gün ışığına çıkmasına engel oluyorlar…
Kısacası; "menfaat" uğruna yol arkadaşlarını dahi, satar oldular.
***
Bakınız.
12 seneden beri iktidarda olan AK Parti son bir sene içerisinde ne oldu da birden bire oy potansiyeli noktasında düşüverdi.
Yani 8 ay daha bitmeden yüzde 52’den yüzde 41’e indi…
Neden.
Elbette ki; "az önce" kısm-i olarak vurgulamaya çalıştığımız; "zafiyetler" yüzünden.
Evet, hali hazırda; hakikatten iktidar partisinin hali pür melali yürek acıtıyor.
İnsanları.
Seçmenlerini hayal kırıklığına uğratıyor.
Ama diyoruz ki her şeyde bir hayır vardır.
Birileri uyansın!
Uyanmakla beraber "kendine çekidüzen versin ve utanılması gereken olgular olmalıdır' diye düşünüyoruz.
***
Siyaset yoluna çıkan, milli iradeyi eline geçiren ve hak ettiği liyakati kendinde bulan, halkı da o yöne çeken insanlar, elbette ki bir otorite olarak, bir sorumluluk sahibi olarak, mutlak surette adil olması lazım.
Yani adaletin ruhunu bünyesinde yaşatması lazım…
Adalet demek eşittir diyanet eşittir faziletli ahlak…
Adalet diyanetten ibaretse dindar olması gerekir, hem de çok samimi bir dindar.
Yoksa adalet kavramı ucuz kullanılabilecek bir kavram değildir.
Bu doğrultuda faziletli bir ahlaka ulaşılması gerekir.
Güzel ahlak, faziletli ahlak ve diyanete bağlı adalet hükümleri.
Bu faziletli ahlak, her ayette, her memlekette, her coğrafyada var olması gereken bir gerçektir.
O olmazsa kesinlikle bu halk, bu siyaset kadrosuna, kulak asmaz.
Adaletin bünyesinde taşıdığı mana bu olmalıdır.
Bu olmadığı takdirde onun temelinde karanlıklar yatar.
Kişisel ranta dayalı bir politika, lanetli bir politikadır.
Hak ve hukuku kişisel ranttan üstün tutması lazım ki; ranta dayalı bir politikanın varlığı söz konusu olmasın.
Şaibeler yaşanmasın.
İşte o zaman, gelen giden hükümetler rahatlıkla ülkeyi yönetebilir, toplumun geleceğini maddi ve manevi yönden yükseltebilir.
Ama Allah korkusu ön planda olmayıp da kişilerden korkma, kişilere yalakalık yapma ve rant temini doğrultusunda çevre edinmek ve geleceği garantiye bağlamak konusunda bir siyaset varsa; maazallah…
Hele hele muhafazakârlık ve dindarlık kisvesi altında yapılıyorsa; o şahsiyette "hak ve hukuktan" söz edilemez.
Gerçek siyasetçi olmaz.
Olsa olsa halkın lanetine mazhar olan aldatıcı menfur bir yaratık durumuna girer.
* * *
Önceki gün yeni meclis bir araya toplanıp yemin merasimini yaptı.
Vekiller yemin etti; mesailerine başladı.
Hayırlı olsun diyelim.
Fakat o yemin gerçekten yemin midir?
Yemin değilse ki olamaz.
Çünkü meşruiyet yok içinde.
Çünkü insan temel hak ve özgürlüğüne uygun, sahibini sorumluluk derecesine sokan bir yemin yoktur.
Ancak Anayasayı tanzim eden insanların ağzından çıkan uyduruk bazı kavramlar söz konusu.
Teselli mahiyetli; bir yemin!
***
Diyorum ki;
Başta salâbet-i diniyeyi (dinin ciddiyetini) elde tutmayan bir siyaset, kesinlikle hileye dayalıdır.
Halkı kandırmadır, aldatmadır.
Bu itibarla yıllardan beri aynı teraneyle devam ede gelen Türkiye’nin hali, manzarası ortadadır.
Lütfen bu halk kalbi temennileri içerisinde yalvararak, siz değerli parlamenter üyelerine şöyle sesleniyoruz;
Allah aşkına dürüst olun, dürüst olun, dürüst olun.
Ne halkı kandırın, ne de Allah’ı.
Böyle olunca önünüz açılır.
Hakkıyla birer değerli vatandaşların iltifatına layık olabilirsiniz.
Aksi takdirde heyhat!
Çok uzakta kalırsınız.
Zaten bellidir.
En derin saygı ve sevgilerimle.