İDEOLOJYASIZ BİR SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR! (II)

Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten, siyaset demek milli iradenin hâkimiyeti demek olmalıdır.
Çünkü, Milli irade hâkimiyetinin yolu "devlet ile milletin birbiriyle pekiştirilmiş" olarak yüce İslam dininin ana çizgi ve hakikatlerinden geçiyor.
Yönetimleri elinde tutan siyaset erbapları mutlaka "milli ahlak paralelinde" adım atması gerekir.
Milli ahlak bütünlüğü içinde yola çıkan bir siyaset, mutlaka başarı getirir.
Toplumla entegre olur.
Milletin iradesi dışında "gayriahlaki hareket ve oluşumlar" hiçbir zaman hedefine ulaşamaz, ulaşmamıştır ve bundan sonra da ulaşamaz.
Geçmişten ders çıkarmak gerekir.
Nereden nereye geldik?
Bunu düşünmek lazım…
Siyaset arenası "gününü gün etme" politikasıyla yürümez.
Aziz milletimiz, inançlı bir millet olma hasebiyle birilerinin görüntülerine geçici de olsa zaman zaman kanıyor olması da sürekli değildir.
Millet bir uyandı mı hiç affetmez!...
Uyanan, dirilen ve dirilişe geçen bir toplum gayriciddi ve ideolojyasız bir siyaseti affetmez.
***
Bu mübarek şehr-i ramazan, oruç ayı.
İslam’ın ana meşalelerinden birisidir.
Ramazan-ı Şerif’in kutsallığını önemseyip, insanların Allah’a yaklaşmakla büyük dua ve ibadetle geçirilmesi bir ümmet için en büyük zaferdir, maddi ve manevi kurtuluş simgesidir.
Bunu istismar eden ve sadece kopyacılıkla yetinen basmakalıp siyasi anlayışlar riyakarlıktan öteye geçmez.
Hiçbir zaman o siyaset yarar sağlamaz, bilakis zarar verir.
Benim dikkatimi çeken; yıllardan beri oluşa gelen, neredeyse artık Türkiye’nin vazgeçilmez bir âdeti haline gelen beş yıldızlı otellerde siyasi iftar yemeklerinin yanı sıra bir de milletten himmet ve yardım bekleme yemekleri var ya!…
Bunlar kesinlikle İslam’a terstir.
Ramazan-ı Şerif’in ciddiyetini zedelemektedir.…
Allah’a karşı yapılan ibadetin sadakat ve ihlasın gerçeğine halel getirir.
Zira içinde riya var, gösteriş var, reklam var, İslami olmayan bazı yerlerin değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.
***
Ki hiçbir zaman İslam’ın izzet ve vakarı buna geçit vermez.
Neden mi?
Zira iftar sofraları “dua” ile açılır, “hamd u sena” ile kapanır. 
Kur’an okunur, dua edilir.
O iftar anı, Oruç tutanların günlük nefsani arzularının kırılma ve yenme zafer anıdır. 
Allah’a şükür ve dua edilir.
Bu zafer, oruç tutanların zaferidir.
Bir araya getirip beraber yeme sünnet-i seniyyenin yemeğidir.
***
Bediüzzaman Hazretleri, Ramazan-ı Şeriflerde özellikle talebelerine iltifat ederek şöyle espri yapıyordu;
“Siz beraber yemek yediniz mi, beraber kitap okudunuz mu, beraber namaz kıldınız mı?”
Bu üç simge çok önemli işaretlerdir.
Bu demektir ki beraberlik, birliktelik, ittihat, oluşturulan güç, birer inanç ve iman simgeleridir.
Bu da ancak oruç tutan ve ibadet edenlere mahsustur.
Oruç tutmayan insanları oruç tutarmış gibi getirip o mübarek iftar sofrasının üzerine oturtturmak şer’en caiz değildir, hatta menfurdur ve haramdır.
Bir nevi İslam’la alay etmektir.
Hele hele inanmayarak oruç tutmayan kişiler İslam dışı bir zeminde yürüyen insanlardır ki onların o mübarek iftar sofrasında oturtturulmasının vebali çok ağırdır ve İslam’ın simgesi olan iftarı küçük düşürmektir.
Yıllardan beri âdet haline getirilmiş bir iftar sofrası hareketi var ki fakirlerin gönüllerini almak, onlara bir yemek yedirmek yerine ne kadar oruç tutmayan zenginler varsa, birkaç kişi şeklen oruç tutanlarla karıştırarak, karma bir görüntü vererek, hepsini oruçlu gibi göstermek, nifak alametidir, riyakârlık, günahtır ve haramdır.
Zira bağlı bulunduğumuz yüce İslam dininin ana ilkeleri şekilcilik üzerine değil, ibadetin ciddiyeti üzerine kurulmuş yüce İslam dinine intisap söz konusudur.
***
5 yıldızlı otellerde, mahfelerde veya lüks salonlarda politik oyunlar uğruna karma bir platform hazırlayıp da oruç tutan ve oruç tutmayanları bir araya getirip, böyle manzaralar yaşatmak, hiçbir zaman milletin gözünden kaçmaz.
Bundan yaklaşık 15 sene evvel idi…
Bir gün Doğru Yol Partisine mensup bir Bakan Diyarbakır’a geldi.
Seçim sath-ı mailinde Ramazan-ı Şerif’e denk gelmişti.
Özellikle o siyaset yapan ve milletten oy toplamak maksadıyla hayatta belki alnı secdeye değmeyen ve genellikle toplantı salonlarında kesinlikle şarap şişesi elinden düşmeyen o siyaset adamı, Diyarbakır’da bir iftar yemeği verdi.
Biz de davetliydik.
İftar yendikten sonra hemen Sayın Bakan kürsüye çıktı..
Başladı siyaset propagandasını yapmaya..
Akşam namazı geçmek üzere iken birkaç ciddi Müslüman kalktı, parmak kaldırdı. 
Dediler ki; “Sayın Bakan tamam bizi iftara davet ettin fakat namazımız gidiyor. Lütfen konuşmayı kısa kes, namaza gideceğiz”
Bakan yine konuşmayı kesmedi, ama millet de Bakanı dinlemeyip bırakıp çıktı.
***
Nerde o insanlara ki milletin halinden anlayabilsin.
Milletin dinini imanını siyaset arenalarında riyakârane partilerin geleceğine alet etmesin.
Hele hele tıpkı bu siyasi iftar sofralarındaki yapılan örnekler gibi…
Konu edilen o eski Doğru Yol Bakanı konuşmasına başlarken şöyle diyordu;
“Saygıdeğer Diyarbakırlılar.
Biz sabah erkenden İstanbul’da Eyüp Sultan’da sabah namazını kıldık, yola çıktık ve bu iftar saatinde de sizin huzurunuza geldik.
Ama bununla beraber kamuoyunun dikkati şuna çekildi.
Eyüp Sultan’da sabah namazını cemaatle kılan Sayın Bakanımız (!), her nedense Diyarbakır’da iftar toplantısında akşam namazını kılmıyor ve millete de kıldırtmıyordu.
Ne yaman çelişki değil mi sevgili okurlar!
Nereden nereye?
Nasıl da kendilerini ele veriyorlar.
İsmini burada söylemeye gerek yok, ama o Bakan da siyaset arenasında çarpılmışçasına bir türlü kendine çekidüzen veremedi, hayat bulamadı, hatta cezaevlerinde yatmaya bile mahkum edildi.
İşte demişler ya; “Sille-i Hudanın sesi yoktur, bir vurdu muydu devası yoktur”
***
İslam yüce bir dindir.
Kutsaldır.
Yerin dibinden ta arşı alaya kadar yükselen ve yücelen ilahi bir meşaledir ve kâinatı aydınlatıyor.
Kirli bazı siyaset erbaplarının oyununa ve riyakârlığına alet edilemez.
İftar yemeği sünnettir.
Birlikteliktir, beraberliktir, insanoğlu için ahlaki kazanımdır.
Örf, adet, gelenek ve göreneklerimizin de olmazsa olmazıdır.
Ama karma değil, yalnız oruç tutanlara özeldir.
En derin saygı ve sevgilerimle.