İSLAM DEVLETİ BİREYLERE DE KEFİLDİR! (III)

Evet, sevgili okurlar.
Dün de ifade etmeye çalıştığım konu; Yüce İslam dini, bireylerin hayatını teminat altına aldığı gibi, ailelerin ve tüm toplumun günlük hayat akışları içerisinde yürüyen biçimlendirme hareketini de kontrol altına almaktadır. 
Yani her hususuyla birey İslam’ın teminatı altında olup, topluma da yaşam garantisi veriyor.
Hem mal, hem can, hem ahlak, hem de ülke bütünlüğü.
İşte böylesi bir sisteme sahiptir; Yüce İslam!..
Ama insanların getirmiş olduğu vaz-i hükümler, hele hele bir de hukuksal durumları hiç de öyle değildir.
Dünkü sohbetimizde de size açıklamaya çalıştığım gibi; yüce İslam dininin hükümleri, insani kaynaklardan temin edilmemiştir.
Hür, serbest, objektif, çifte standartlıktan uzak, ilahi hükümlere dayalı temel kanunlardır.
Bu itibarla kişilerin günlük tüm hayat oluşumlarını garanti altına alarak; sağlığından tutun da kültürüne kadar, kültüründen tutun da ahlaki değerlerine kadar, ahlaki değerlerden tutun da geçmişe yönelik tarihsel gerçeklere kadar, İslam hukuku tümünü teminat altına almış birtakım ilahi manzumeler silsilesinden ibarettir.
Beşeri münasebetler içerisinde, insanoğlu içinden çıkıp gelen “Ulul azm” olarak bilinen seçkin insanlar, yani özellikle peygamber silsilesi içerisinde 5 büyük Peygamber hayatlarını büyük zorluklar içerisinde geçirdikleri halde, Allah’tan başka herhangi bir insan gücüne, özellikle otoritelere karşı boyun eğmemiştir.
“Mezellet ve meskenet” halini kendine yaşatmadan, helal bir lokma ekmek kazancı için kendi alın teriyle yemeyi başarmış insanlar olmuştur.
Bu da yüce İslam hukukunun teminatına dayanmaktadır.
***
Ama diğer rejimler, insanlardan kaynaklanan vaz-i kanunlar, böylesine bir teminat garantisi insanlığa vermemiştir ve vermeye de imkânı yoktur.
Bu bir gerçektir ki “Ulul azm” denilen insanlar içerisindeki seçkin insanların taşıdığı vasıf, elbette ki tüm insanlığa yönelik değildir.
Yüce İslam dininin gerçeği, her ne kadar tüm insanlığın geleceğini teminatı altına alma hareketi ise de toplumlar içerisinde tarih boyu zayıf iradeye bağlı, sıkıntılara dayanamayan insanlar, İslamiyet’le tam manasıyla tanışamadıkları için, bu güçsüzlük içerisine düşmüş bulunabilirler.
Oysaki yüce İslam hukuku, bireyi kefalet altına aldığı gibi, aileleri de, hatta en ücra köşede bile bulunan toplumun her kesimine büyük bir kefalet varlığı içindedir.
Zira kaynak, güçlü bir kaynaktır ki kötülüğü yok etme, iyiliği de emretme çabası söz konusudur.
Öncelikle yüce İslam dininin temel görevlerinden birisi de toplumun her kesimine temizliği götürmek, helal mal ve helal kazanç sağlamayı teminatı altına alıp, herkesin ve her kesimin Alınteri olarak kazancının sağlanmasını kontrol altına almaktır.
Gasptan, soygundan, sirkatten, alışveriş esnasındaki aldatmadan, rüşvetten, faizden, ihtikârdan ve hatta iş yapan işçilerin hakkından dahi kendini sorumlu tutar. 
İş yapan insanların ücretlerinin ödenmesinden dahi İslam kendini sorumlu sayar.
Herşeyden evvel helal mal, temiz sermaye, biriktirme teminatını garantisi altına alır ki hak olarak bilinen zekâtın zenginin malından alıp, devlet eliyle fakire verme meşruiyet kefaletini bünyesinde taşıyan bir dindir İslam.
Ama tüm bunlara rağmen, beşeriyet hala da yüce İslam dininin temel felsefesi olarak bilinen ilahi hukukla tanışmak istemiyor.
Ne yazık ki insanoğlunu yüce İslam dininden uzaklaştırma çabası içerisine girerek, dinsizlik ve inançsızlık manasını taşıyan sekülarizm, yani laisizm rejimini toplumlara yutturulmaya çalışılıyor.
* * * 
Sekülarizm.
Latince bir kelime olup, din ile devlet işlerini birbirinden uzaklaştırarak sözde toplumsal terakki ve yücelme asrının yaşatılması için, “anayasalara konulması gerekir” amacıyla insanlığı arkadan vuran batıl ve tağuti bir sistemdir.
Sekülarizm, Türkçe’de toplumu dinden uzaklaştırma manasını taşırken, Arapça’da bilimsellik manasını taşıyan “Almaniyet” kavramını bünyesinde taşır.
Bilimsellikle uzaktan yakından alakası olmadığı halde; siyasi, iktisadi ve içtimai düşünceye dayalı olarak, toplumları yekvücut olarak din hürriyetinden uzaklaştırma ifadesi diye kullanılmaktadır.
Ki bu İslam ülkeleri için Avrupa’dan ithal edilmiş batıl inançları yutturma ve bir yıkım planıdır.
Bu kavramın manası ve hedefi; din kavramını insanların ve toplumların çalışma hayatından uzaklaştırmadır.
Sekülarizmin ana çekirdeğidir, temel hedefidir ve insanlığı “Sırat-i müstakim” denilen doğru yoldan saptırma hareketidir.
Hıristiyanlık dünyasındaki kilise ile devlet arasındaki yapılan kavganın biçimlendirmesi ise de ne yazık ki İslam dünyasında da özellikle Türkiye’ye de bu ithal edilmiş ve yerleştirilmiştir.
* * *
Bu itibarla ülkemiz insanı nerede ise yüz yıldan beri, gerek ahlaki yücelikleri olsun, gerek ekonomiksel hal olsun, gerek toplumsal barış dengesi olsun, gerek düşünce ve ifade hürriyeti olsun…
Tümüyle sarsılmaya yönelik yapıla gelen antidemokratik bir sistem biçimlendirilmesidir.
Hukuk dışıdır ve antidemokratiktir.
Aslında yüzde 99’u Müslüman olan bir toplum, bu saydıklarımızı tümüyle sosyal, siyasal, toplumsal ve ahlaki değerler olarak, Kur’ana bağlı olması gerekir.
Ki denge sağlam tutulsun.
Toplumda münazaaya, münakaşaya, kargaşaya, terörizme yer verilmesin.
Zira inanan Müslüman bir toplumun hedefi Kur’an ruhaniyetidir ve Kur’an düsturudur.
Mensubu bulunduğumuz Hz. Muhammed (s.a.v)’in büyük liderliğidir ve önderliğidir.
Cihat ruhu; tümüyle toplumsal bir teminattır.
Tüm bunların üstünde Allah mefhumu her şeyden üstün tutulmalıdır.
Ona kul olma görevi, toplumun bünyesine yerleştirilmelidir.
Aksi takdirde insanlık kılığına giren siyaset şovmenliği ve siyasetin şom ağızları, İslam dinini tanımadıkları-bilmedikleri halde, hep kelime oyunu yaparak İslamiyet’e sahip çıkma biçimlendirilmesi hem topluma, hem ülkeye, hem de siyasete zarar verir.
Hayatta abdest suyu yüzüne değmeyen, alnı bile secdeye gitmeyen, yüzü kıbleye dönmeyen insanlar; siyaset alanlarında ne yazık ki din kavramlarını kullanıyorlar ki gerçekten toplumun ruhunu zedeliyor ve topluma halel getiriyorlar.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı cumalar.