SANDIK GARABETİ!

Ne zafiyet ama?!

Pes yani!!

Neymiş; sandıklar "güvenliği" yokmuş.

Eee.

Güvenlik için "bölgeler" birleştirilecek.

Yani "iş taşımayla" çözülecek miş!.

***

İşte. Silvan.

Hazro. Bismil. Lice. Hani.

Ve, Merkez Sur ilçesi...

Bağlar.

Kayapınar var mı belli değil.

Ama Diyarbakır özelinde; "seçim güvenliği" isteniyor.

Ki bu hal; Doğu ve Güneydoğu'nun tüm kesiminde vaki..

***

Doğrusu!

Hepsini toplasanız; "ülke sathı için" pek sonuç değiştirici rakam çıkmıyor.

Ancak kentler düzeyinde; "durum" değişir.

Diyeceksiniz ki.

Taşınan da, birleştirilen sandıkta; "tek bir partiye mi" oy verilecek?

Ya da oylar ona mı gidecek?

Yok öyle bir şey.

***

Neyse!

Türkiye burası "siyasi ihtiras" zihin kilitlendirir.

Ki şuan; "bu hal-i vaziyet" yaşanıyor.

İktidar ayrı,

Muhalefet ayrı bir "meşrepten" mevzuya bindirme yapıyor.

Devlet ise; "Güvenlik" adıyla "güvenlik zafiyetine" düşmüş.

***

Sormak istiyorum?

Devlet.

Polis ve asker dâhil…

Yani; "güvenlikten" sorumlu mekanizma.

Sandık için…

Kullanılacak oy için "güvenlik" telaşıyla; "yanıp tutuşuyor" sandıklar birleşsin diye!

İyi güzel de…

***

Peki.

Vatandaşın, canından, malından.

Huzurdan.

Güvenden. İstikrarından.

Sokağın; güvenliğinden.

Sahi…

Devleti aliye "sorumsuz mudur?"

Sorumlu değil mi yani?

Nasıl bir "çelişkiler" yumağı ki, kafa bozuk!

Ya bir de Seçmen!

Diyelim ki, "taşımalı sandığı" gitti.

Oyunu kulandı.

Peki sonra.

Seçmen evine, yaşadığı mahalleye, köye dönmeyecek mi?

Dönecek.

Sandık sonrası "güvenliği" ne olacak?

***

Boş ver mi denilecek?

Aman bana ne mi diyeceğiz..

Sandık kuruldu. Oy kullanıldı..

Gerisi beni alakadar etmez mi denilecek?

Yok, daha neler.

Beyler.

Durum akla ziyan, bir işleyiş alıyor.

***

Şimdi!

1 Kasım'da sandık başında,

Ya da, sandığın bulunduğu sokakta.

Veya seçmen "oy kullanmaya" giderken.

Vay sen; "şu partiye" oy vermeye gidiyorsun münakaşasıyla kan akarsa.

Veyahut "oy sonrası" birinin evi basılırsa.

Dövülürse.

Öldürülürse; "kim ne diyecek?"

Vebali kimin boynunda olacak?

***

Demezler mi?

Nerde devlet,

Nerde hükümet,

Nerde bu ülkenin "güvenliğinden" sorumlu mekanizma!..

Derler.

Hatta siyasal iktidara denilir ki; "bir sandığı koruyamıyorsan, ülkeyi nasıl koruyacaksın?"

Ama velâkin "kimin umurunda" onu bilmem.

***

Diyeceksiniz ki!

Şiddet ve terör sarmalı var.

Olağanüstü bir durum.

Güvenlik alınmasın mı, tedbirsiz mi kalınsın?

Haklısınız..

Elbette ki tedbir alınacak.

Alınmalı; "güven ve istikrar" sağlanmalı.

***

Amaaaa!

Önce, milletin, vatandaşın "can ve mal" güvenliği şart.

Bu sağlansın.

Sandık mı, oy tercihi mi, "bir sonraki" adım!

Neyse!

Dün de, önceki günde ifade ettim…

Yüksek Seçim Kurulu…

Anayasal gerekçeleri ortaya koyarak; "bu havanda su dövme" misali, mülahazaya nokta koyacak.

Olmaz diye.

***

Velhasıl…

Durum her yönüyle "şaibe" altında.

Şimdi.

Sandıklar birleştirilse…

Seçmen taşınsa…

"Güvenlik" adı altında hiç bir arıza-i durum dahi yaşanmazsa da…

HDP ne diyecek?

AK Parti, "sandığa hile karıştırdı?"

***

Tam aksine!

Hiç bir işlem yapılmazsa…

O zaman!

AK Parti'de, PKK ve HDP'yi suçlayacak…

Seçmene baskı yaptılar…

Tehditle "oy devşirdiler" seçime hile, karıştı…

Haydaaaaa…

***

İşte girift durum bu…

O'nun için…

Öncelikli, istikrarlı bir "can ve mal güvenliği" huzuru gerek…

Ki o da…

Toplumsal bir barışın, nihayete ermesiyle mümkün…

Sizce…

***

GAZETECİ HEP DÖVÜLÜR…

Ne diyeceksin?

Burası Türkiye…

Düşüneni,

Fikir sahibini,

Yazanı, çizeni, konuşanı, söyleyeni "hep" düşman görmüş değil mi?

Dayatılan her daim şu olmuştur…

Diyeceksin ki…

Görmedim…

Duymadım…

Bilmiyorum…

Yani üç maymunu oynayacaksın…

Eee…

Hal böyle olunca; "başını kaldıran, dilini konuşturan, kalemini yazdıran" aha böyle, dövülür…

***

Demokrasiyi..

Demokratik yaşamı "içine sindiremeyenlerin" hali bu..

Ahmet Hakan…

Ne ilktir, dövülen, ne de son olacaktır…

O'nun gibi nice meslektaşlarımız…

Vuruldu…Öldürüldü, suikasta kurban gitti…

Enseden tek kurşunların hedefi oldu…

***

80'lere bakın… 90'lara…

Ve bugünlere.

Değişen ne; "manzara" aynı.

Ama!

Duyarsızlık "eskiden daha beter?"

Eee.

Bunun için de, "dün banaydı, bugün sana"

***

Ama!

Dün benim yaşadıklarımı görseydin.

Gözaltına alınırken.

Hukuksuzluk. İşkence yaşarken.

İnfaz edilirken.

Bombalarla havaya uçurulurken; "dayanışma" gösterseydin.

***

Bu benden değil; bana ne deyip "görmezlikten" gelmeseydin.

Her fikir.

Her düşünce; "özgürdür" diyebilseydin.

İktidara.

Siyasi mekanizmalara oluşumlara; "kral çıplak" diye bilme cüretkârlığını gösterebilseydin.

***

Şunun, bunun "hesabıyla" değil.

Mesleğin…

Onur ve ilkeleriyle "kendini" inşa edebilseydin…

O Kürt…

Bu Türk diyerek; "ayrıştırıcı" olmasaydın…

Patronların…

Siyasi ağabeylerin "güruh" ruhuna biat etmeseydin…

***

Bugün!

Kiralanmış çeteler "cirit atmaz."

Birileri de bıçık altında gülmez..

Ya da, "iyi olmuş" ruhsuzluğuyla, keyif çatmazdı…

Neyse!

Biz yine de, Ahmet Hakan'a geçmiş olsun diyelim…

Şiddetle ve nefretle, saldırıyı kınıyoruz..

***

 

Ama!

Mesleki noktada da tepkim şu…

Bizler…

Bölgede "makul şüpheyle" gözaltına alınırken…

Ya da, örgütün,

Feodalitenin,

Devletin bazı kurumlarının "hedefi olurken, saldırıya uğrarken"

Ya da cezaevine konulurken…

Mahkeme koridorlarında, "mekik dokurken…."

***

Eee…

Çifte anlayışın sonucu…

Ne zaman ki…

Bugün bana, yarın sana "hakkaniyetini" beynimize, kalemimize "ilke olarak" alırsak…

O zaman!

Basın da, gazeteci de, muhabir de, yazar-çizer de "özgür olur?"

Basın da sansürsüz olur…

Yoksa!

Ahlak da, adalet de, hukuk da, basın da "darbe yemeye" devam eder…

Dövülen de öldürülen de, infaza uğrayan da "çok" olur?

Tekrar, Hakan'a geçmiş olsun!

Mevzuu; ders-i ibret içermektedir.

Tabi anlayan için.