ALEVİLİK BİR DİNMİDİR YOKSA İSLAM İÇERİSİNDE BİR MEZHEP BİR TARİKAT BİR YOLMUDUR(3)

Hz.Ömer’in vefatından sonra iktidar mücadelesi yine kızıştı. Cemaat Hz.Osmanı Mü’minlerin emiri olarak tensip etti. Fakat fitne ateşi bir kere daha ateşlenmiş, Abudullah Bini Sebe isimli Yahudi dönmesi bir kişi “ aslında nübuvvet/peygamberlik/Hz.Ali’ye gelmişti. Fakat O(Allah Resulü için diyor) Hz.Alinin küçüklüğünden istifade ile Peygamberliği ele geçirdi diyor, fitnesini zaman içerisinde büyüterek, Hz.Alinin ilah olduğuna vardırıyor ve Peygamberin kulağına vahyi üfleyenin O olduğunu ifade ediyordu. Sahte ilah isnatları mı, sahte Peygamber iğvaları mı dersiniz, her türlü melanet almış başını gidiyordu. Müsleylemetül Kezzap isimli birisi ortaya çıkmış, kendisine de vahyin geldiğini söylemiş ve “El Fiylu, Mel Fiylu, Vema edrake mel fiyli,ve huve hortuvmun tavilun ve huve zenubun qasiyrun-Fil, Fil nedir, sen filin ne olduğunu bilir misin, onunu hortumu uzun ve kuyruğu kısadır” gibi saçma sapan sözleri ayet olarak ortaya sürmüş ve insanların bir teki bile bu saçmalığa inanmamıştı.

Hz.Osman’ın halifeliğe seçilmesi,Hz.Alinin yanında bulunanlarca fitilin iyice ateşlenmesine sebep oldu. Zira İslamı kesinlikle anlamayan ve onun hükümlerinin ne olduğunu kavrayamayanlar, Nübüvvetin babadan oğla veya en azından akrabaya geçmesi gerektiğine inanıyor, aksine davrananların İslama ihanet içerisinde olduklarını söylüyorlardı. Bu sebeple yolun başında iken Hz.Osman’ı katletmeye karar verdiler.

Oluşturulan ekibin başında Hz.Ebubekir’in oğlu Muhammed bin Ebubekr vardı. Emiril Mü’minin evini kuşattılar, kapıdan içeri girmeleri mümkün olmayınca, duvarı delen üç kişi içeri girdi. O esnada Hz.Osman Kur’anı kerim okuyordu. Yanında eşi Naile hanım vardı. Muhamed Bin ebu bekr Hz.Osmanın sakalından tuttu, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak diyerek kendine çekti. Hz.Osman onun yüzüne, gözlerinin içine bakarak, baban senin bu haline görse idi, seni hiç affetmezdi deyince, o hemen dışarı çıktı ve yanında bulunan iki kişi, kılıçlarını kınlarından çıkarmışlardı. Bu hareketlenmelerin olduğu günlerde,Hz.Ali bu işin taraftarlarına haber göndermiş, kimsenin kılıcını kınından çıkarmamasını istemişti. Zira kılıç kından çıkarsa, bir daha yerine dönmesi zordur diye ikazda da bulunmuştu. Ama kabul edelim ki, o, bu sergerdanların/başı dönmüşlerin/ yanına gidip olaya engel olmamıştı.

Hz.Osmana kılıcını sallayan kişinin eylemine eşi Naile ellerini öne koyarak engel olmuş ve parmakları doğranmıştı. Tabii daha sonra ardı arkasına kılıç saplandı Hz.Osman’a ve tabii ki İslamın bağrına.

Hz.Osman’ın şehadeti sonrasında cenaze namazının kılınmadığı,bir rivayete göre 4, bir diğer rivayete göre de 20 kişinin namazını kıldığı, gece yarısı eşi Naile ve yanında bulunan birkaç kişi tarafından bir kapı üstünde götürülerek defnedildiği rivayetler arasındadır.

Hz.Osmanın şehadetinden sonra Hz.Ali halifeliğe seçildi. Başta Hz.Aişe olmak üzere Mü’minlerin ileri gelenleri, onun katillerinin bir an önce bulunmasını istiyordu. Hz.Ali’nin bu konuda isteksiz davrandığı iddialar arasındadır. Risalei Nurlarda Üstad Bediüzzaman,Hz.Ali Adaleti Mahzayı gerçekleştirmek için, gerçek katilleri bulmaya çalışıyordu, o nedenle, katillerin bulunduğu zümrenin bütünün üzerine gitmedi, fakat diğerleri Adaletin İzafiyenin bu iş için varlığı kafidir, katillerin üzerine gidip, hepsini temizlemek gerekir, zira onlar ya gerçek katilleri bulup sana teslim ederler, katilleri bildikleri halde getirip sana teslim etmiyorlar ise, o halde aynı cürmü onlar da işlemek durumundadırlar, sen onların bütününün üzerine gider ve gerekli cezayı verirsin diyorlardı.

İfk hadisesinden olan eski ihtilafları da hatırlayacak olursanız, Hz.Ali ile Hz.Aişe arasındaki ihtilafın derinliği hakkında bir malumat sahibi olursunuz.

İşte o günlerden beri devam eden ihtilaflar, önce Hz.Ali İbni Mülcem tarafından şehit edilmesi, ardından Kerbelada Hz.Hüseyinin şehadeti izledi.

Aslında dini ve itikadi olmayan siyasi meseleler aldı başını bizi bugünlere kadar getirdi.

Şia bir dini mezhep olarak İran’da, Irak’da, Suriye’de, hatta Suudi Arabistanda varlığını sürdürüyor. Kayıp 12. İmam ve Hz.Ali’nin maruz kaldığı hadiseler sebebiyle siyasi karakterli düşünceler, bugün de çeşitli ihtilafların kaynağını teşkil ediyor.

Yalnız bildiğim ve kendilerini tanıdığım kadarı ile Caferiler haricinde Türkiye Alevilerinin de çeşitli kolları, çeşitli inanış biçimleri var.

Osmanlı imparatorluğu içerisinde kahveler, barlar, pavyonlar yoktu. İnsanlar tekkelerde, zaviyelerde, Mevlevihanelerde, cem evlerinde bir araya gelir, günün müzahrafatından kurtulmak için, çeşitli dini törenlerle rabbe iltica ederlerdi.

Sünni İslamın birer mensubu olmalarına rağmen, kimi insanlar Kadiri, kimi insanlar Nakşibendi, halveti, cerrahi, celveti, v.s guruplar halinde bir araya geliyor ve dinin zikri yanını tesid ediyorlar/dı/

Cumhuriyet ile bunların hepsi yasaklandı. Buyurun size toplanmak üzere kahvehaneler, meyhaneler, barlar, pavyonlar denildi.

1923 ila 1950 yılına kadar din bakımından büyük bir boşluk oluştu. Zannımca bir tarikat, bir yol olan Cemde bir araya gelen insanlar, bu dönemde biraz daha sahih kaynaklardan uzaklaşıp, ritüellere, formatlara kendilerini kaptırdılar.

Şii İslam anlayışında İslamın emirleri ve Müslüman olmanın şartları olarak Allah Resülünün kutsi hadisine dayanarak yaşantıda bir farklılık yok. Namaz aynı, oruç aynı, zekat aynı, hac aynı, kelimei şehadet nüansla aynı.

Ancak bizim Aleviler bakımından aynı şeyleri söylemek mümkün değil. kendilerine göre ayrı bir namazları, kendilerine göre ayrı bir oruçları var.

Geçen gün Iğdırda idim. Iğdırda Azeri/Alevi/ si kabul edilen insanların Camileri var. Muharrem di. Camiden, minareden naatlar, mersiyeler yükseldi gece geç vakitlere kadar.

Sonraki gün Adliyede Azeri kardeşlerimle konuyu birazcık olsun konuştuk. Baktım siyasi değerlendirmeler haricinde, İslamın emirlerinde bir farklılık yok. Oruçlarını Kuranın emrine göre Ramazan ayında tutuyorlar, namazlarını Allah Resulünün öğrettiği biçimde eda ediyorlar. Haclarını, Zekatlarını bu minval üzere eda ediyorlar/mış/.

Fakat bizim Alevi kardeşlerimizin Cemleri tamamen farklı. Olabilir mi?

Dinin kaynakları bellidir. Bunlar Kur’an, Sahih Hadisi Şerifler(Peygamber Efendimizin Sünneti), İcmaı Ümmet ve Kıyası Fukahadır. Eğer sizin yaptığınız ibadetler veya oluşturduğunuz dini ritüeller bu esaslara uymuyor ise, o zaman siz Kur’an dışında,başka bir şeyin peşindesiniz.

Laiklik ile idare edilse de, bu milletin bir dini var ve dünyanın bütün İslam ülkelerinde çok ufak farklılıklarla din bu şekilde yaşanıyor.

Yani Kur’an dışında bir yaşantıyı ve onun ritüellerini kabul ettirme peşinde olanlar, hiç kuşkusuz yeni bir din anlayışının da kabulünü istemektedirler.

Demek ki öncelikle üzerinde durulması gereken şey, Allah’ın son kitabının ve İslam Kaynaklarına göre sahih hadis kitapları olarak kabul edilen Sahihi Buhari, İmamı Ebu Müslim , Muvatta gibi sahih hadis kitaplarının kabul edilip edilmemesi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Aslında gizlemeye gerek yok, bölgemizde Alevi olarak isimlendirilen insanların bir kısmı, biz Müslüman değiliz diyorlar. Nasıl ki, kimliklerinde babalarından dedelerinden ötürü dini hanelerinde dini İslam yazan kişilerin Ateizmi benimsemeleri gibi.

Bunların inanışlarına saygı duymak görevimiz. Fakat İslam hudutları içerisinde kaldıklarını söyleyen Alevi kardeşlerimizin İslamın kaynakları ile uyuşmayan, yeni bir din anlayışını benimsemelerine ne diyeceğiz.

Bu da olabilir mi, olabilir. İnsanların neye inanacağına karar vermek kimsenin görevi değil.

Fakat kimse de Sünni İslam anlayışını benimseyen insanlardan kendi eliniz ile bize yeni bir din inşa edin dememelidir.

Diyanet işleri Başkanlığının kaldırılması mı? Bu asla yapılmamalıdır. Şimdi zaten yüzlerce inanış ortaya çıkmış, birliğimizin beraberliğimizin çimentosu olan dinimiz yaban ellerde gurbet yaşıyor. Bu iş bir de cemaatlere v.s bırakıldı mı, her başına takkeyi geçiren yeni bir din oluşturur ve altından hiçbir şekilde kalkamayız.