OLMAZ OLMAZ DEMEYİN

Şimdi birileri yine örgütün yelkenlerini şişiriyor.

Bölgeyi bütünü ile ele geçirdi, yolları kesiyor, haraç topluyor, kendi mahkemelerini kurmuş, kendi idari sistemini oluşturmuş, devlete muhtaç olmamak için var güçleri ile çalışıyor, Cizre’de iki mahallede özyönetim tesis edilmiş.

Bu ve buna benzer haberler 6-7 Ekim olayları ile birleştirilerek, yapılan prova her şeyi gün yüzüne çıkardı, kopuş süratlendi şeklinde haberler yapılıyor.

Hiç kuşku yok, örgüt de bu yazılıp çizilenlerden yine kibre kapıldı ve ardı arkasına masum insanların kafalarına kurşunlar sıkarak ölümlerine sebep oldu.

Bingöl, Yüksekova ve Diyarbakır Bağlar semtinde öldürülen masum güvenlik görevlilerinin cenazeleri hiç kuşku yok ülkede büyük infial yarattı.

Aslında örgüt de bu ve buna benzer eylemleri ile kafasındaki o son noktayı koymak ve Türkiye halklarını biri birine düşürmek istiyor. Bu çok açık. Zira bundan önce de bizzat Abdullah Öcalan’ın ülkede iç kargaşa yaratma, yani Kürt Halkı ile Türk Halkının biri birine girdiği, silahların konuştuğu, katliamların yaşandığı bir ortamı yaratmak amacıyla telkinleri oldu. Çok yakın zamanda gerçekleşen bu telkinlerden bir sonuç elde etmek mümkün olmadı. Özellikle Doğu ve Güneydoğuda yaşayan Kürt halkı bu genel kalkışmaya, bir diğer deyimi ile iç savaşa asla pirim vermedi, böyle bir girişimde bulunma niyetinde olmadığını ortaya koydu.

Örgütün bu anlamda en büyük sıkıntısı, Kürt halkının çoğunluğunun bir iç savaş yaratılmasına hiçbir zaman olumlu bakmadığıdır. Yerel ve Genel seçimlerde alınan oylara bir bakmakta yarar var. Örgütün özellikle küçük yerleşim yerlerindeki onca baskısına, partilerine oy vermeyenlerin cezalandırılacağı yolundaki tehdidine rağmen, mütedeyyin kesimlerin İslami Kimliğine önem verdiği Ak Partiye oylarını vermekten çekinmediği her seçimde açıkça görüldü. Ak Partinin HDP ye verilen oylardan birçok yerde ya önde, veya başa baş durumda olduğu ortaya çıktı.

Türkiye genelinde HDP nin almış olduğu oy yüzde 6.36 seviyesinde kalmış bulunuyor.

Selahattin Beyin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğu HDP yi bir Türkiye partisi yapma, hak ve özgürlüklerden yana olma, hiçbir ananın gözyaşı dökmesini istememe, ölen askerlere ve masum insanlara sahiplenme yönünde tüttürdüğü barış çubuğu, çok çabuk meyvesini verdi ve yüzde 9.8 oranında bir oy oranı yakalandı.

Ekim olayları öncesinde herkes sokaklara dökülsün yönündeki çağrısından sonra çıkan olaylarda 40 a yakın insanın ölmesi, hiç kuşkusuz O’nda da şafak atmasına sebep olmuştur. Çünkü o günlerde millet zaten sokaklarda idi. Millet hem günlük yaşamını sürdürme bağlamında, hem de kimi protesto hareketleri ile zaten sokaklarda idi. Selahattin beyin çağrısının başka bir şey olduğunu örgüt mensupları gördü ve onun çağrısı üzerine insanlar en yakın Kürt komşularını kurşunlama yoluna gitti.

40 ın üzerinde çoğu Kürt olan insan hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı.

6-7 Ekim olayları da bir nevi “genel ayaklanma” provası idi. Ama bu prova daha ilk dakikalardan itibaren büyük itirazlarla karşı karşıya kaldı. Selahattin bey o günden sonra ortalıklarda fazlaca görünmedi.

İşyerlerinin, bankaların yakılması, dükkanların yağmalanması ve bunların ötesinde sapır sapır insanların öldürülmesinden sonra bir defa basının karşısında kendisini gördüm. O da buram buram terlemiş vaziyette, ben insanların sokaklara çıkmasını istemek ile gidin, masum insanları öldürün, dükkanları yakın, işyerlerini yağmalayın demedim, açıklamasını yapmak zorunda kaldı.

5 Temmuz 1991 Günü Vedat Aydın kaçırılmış, 7 Temmuz 1991 günü ise cenazesi bulunmuştu. Bu alçakça katliamı kontrgerillanın yaptığında şüphe yoktu. Halk da zaten bu zulme tahammül edememiş, nerede ise bütün bir Diyarbakır sokaklara dökülmüştü. Cenaze defnedildi. O gün de bir takım olaylar cereyan etti. Bu son olur diye düşünülürken, birden bire faili meçhuler çığ gibi büyümeye başlamıştı. Yani men dekka dukka kuralı aynı ile harekete geçmişti. Çalma kapımı çalarlar kapını. Demek ki bu işlerin kuralı bu.

Benim, şimdiye kadar ne zaman örgütün frenlemez biçimde ön aldığı, tamam bu işi bitirdi denildiği ve onun da masum insanların canına kıymaya başladığı anlarda, bir bütün halinde Kürt halkı büyük zarar gördüğü yolunda tespitim var.

Zaten o türden sözler, en yüksek perdeden söylenmeye başladı bile.

Ben çözüm sürecine canımı koydum diyerek, şimdiye kadar hiçbir Türk hükümet yetkilisinin ifade etmeye cesaret edemediği açıklamalarda bulunan Sayın Cumhurbaşkanının, sabrın da bir sınırı var, bu iş böyle giderse, akıllarının alamayacağı zararlarla karşı karşıya kalırlar yönündeki beyanını hafife almamak lazım. O’nu bu noktaya getirmek, Kürt halkının tarihinde hiçbir zaman elde etmediği kazanımların zarar görmesini arzulamak anlamına gelir ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Hem herkes gayet iyi biliyor, gerek Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve gerekse bölgede yaşayan Kürtlerin başları sıkıştığında onlara ilk yardım elini uzatan ülke Türkiye oluyor.

Bunda iki hususun önemi var. Bunlardan birincisi gerek Saddam zamanında Irak’ta katliama uğrayan Kürtler ve gerekse Esed rejiminin ortaya saldığı vebadan kaçan Kürtlerin ilk sığınacakları güvenli limanın Türkiye olması ve bu olayı Türkiye Türklerinin bile yüksünmemesi, başla göz üstüne deyip kabullenmesi(tabii ki bu tavırda her iki tarafın da Müslüman olmasının ehemmiyeti çok büyük),

İkincisi ise, bu korumayı yapmayı Türkiye’nin sahibi olduğu demokrasisi sebebiyle kendisine görev bilmesi.

Her şeye rağmen devletin en üst kademelerinden yapılan açıklamalarda barış sürecinin zarar görmemesi için özellikle BDP nin kendisine düşen görevi yapması, rolünü doğru ve düzgün oynaması gerekiyor. Legal anlamda kurulmuş bir siyasi partiden beklenen, hiçbir zaman silahı işaret etmemesidir.

İnsan öldürerek hiçbir yere varılmasının mümkün olmadığını hala insanlar görmüyor ve bu oldukça ilkel tutumdan vazgeçmiyor ise, kapı çalmaya hazır birileri hep bulunuyor.

Türkiye demokrasisinin zarar görmesine müncer olacak hareketlenmelerin hiçbirimize faydası yok. Olmaz olmaz demeyin.