ÖZERKLİK İNŞASI

Selahattin beyi dinliyorum gözlerim kapalı. CNN televizyonunda ve diğer başka kanallarda da dinledim HDP eş başkanını. Yerel özerkliği anlatıyor.

Ve

Diyor ki, ben hiçbir zaman yerel özerklik ilan edeceğiz demedim, ben yerel özerkliği inşa edeceğiz dedim. Tabii sunucu hanım inşa ile ilan arasında nasıl bir fark olduğunu sorma gereği duymadı. Belki şöyle söyleyebilirdi, inşa ustalık, ilan cesaret ister mi demek istiyorsunuz.

(Hani dedüksiyon, endüksiyon-tümden gelim, tüme varım var ya işte o. Biraz daha mı açayım diyorsunuz. Olur. Selahattin bey şunu anlatıyor bizlere. Bunca yıldır devam eden savaşta, başarı elde edildi, savaşın galibi biziz, o nedenle kim ne derse desin biz Yerel Özerkliği ilan ettik, sınırlarımızı çizdik, artık ayrı statüye sahip bir devletiz. Türkiye Cumhuriyeti devletine çok zayıf bağlarla olan bağlılığımız halkımızın vereceği karara kadara devam edecek. Durum budur. Barış görüşmeleri/yani barış süreci/ ancak bu doğrultuda bir anlam ifade edebilir demiyor. Yani şimdilik Dedüksiyon metodunun uygulanması imkansız görünüyor. Zaten bunu Abdullah Öcalan hani o meşhur “yoğunlaşmaları” sonucunda ifade etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanması gibi bir isteklerinin artık olmadığını anlatmıştı. Bu metot Dedüksiyon metodudur. Diğeri ise Endüksiyon metodu. Yani tüme varım. Yani Özerkliğin ilanı değil, inşası. Bu daha zor, uzun süreli ve daha meşakkatli bir süreç. Yani özerkliğin tuğla tuğla konularak inşası. Zaman alacak ama, ne yapalım, başka çare yok. Zira T.Cumhuriyeti ordusunu mağlup edemedik. Ülke topraklarından dişe dokunur bir yerinde, Modern Devletin gereklerine uygun olarak bir sistem oluşturamadık. Biz de göç yolda düzülür kuralınca hareket etmeye karar verdik diyor. C.Torun)

Ben bu açıklamanın kodlarına nüfuz etmeye çalışır iken, kimseye, doğru mu anlamışım demiyorum. Ancak yanlış anladığım iddiasında bulunan iddiasını ispatla yükümlü.

Selahattin bey devam ediyor.

Yerel özerklik bölgelerin, halkların kendi kendilerini idare etmeleridir. Belediyelere tanınmış olan yetkilerin halk eli ile kullanılmasıdır. Bundan korkmamak lazımdır. Şimdi bakın bu ülkede her şey bir başbakanın iki

dudağı arasında. Başbakan bir şeye karar verdiğinde, kimse buna karşı çıkamıyor. Doğrumu, yanlış mı denilmiyor. O’nun vermiş olduğu karar ülkenin dört bir yanında anında uygulamaya konuluyor. Peki bu doğru mu? Yerel Özerklikten demokrasiye inanmayanlar korkar. Yoksa bizler dünyanın birçok yerinde uygulama alanı bulan bu sistemden niye korkalım ki. Yerel özerklikte/tabi inşa bitip, ilan aşamasına gelince herhalde C.T/ halk kendi parasının nasıl harcandığını, nerelere harcandığını kontrol edecektir. Hemen her alanda kendi kararını kendisi verecektir. Bu sistemde yoksulluk ortadan kalkacak, rüşvet, iltimas, zimmete para geçirme gibi hadiseler asla cereyan etmeyecektir, diyor.

Ben satır aralarını okuma gibi cinlikleri sevmem ama, okuyup yazmanın bir kuralı da o. Yani satır aralarında söylenen şeyler.

İşte “Hemen her alanda halk kendi kararını kendisi verecektir” cümlesi. Bu cümle bana yerel özerkliğin inşası zamanında ve bunun uygulamaya konulduğu günlerde, bu halk Ankara ile bağlarını koparmasa bile, onun aldığı her kararla kendisini bağlı hissetmeyecektir anlamını tazammun ediyor.

Peki bu nasıl yapılacak, mesela Selahattin beyin sözünü ettiği Belediyeler ve Belediye Meclislerini hemen gündeme taşıyalım. Çünkü o bunu örnek gösteriyor. Belediye Meclisleri halkla birlikte sorunların üzerine gidecek, her meselesini kendisi çözecektir diyor. Yani Belediye Meclisi temsili bir meclis olmaya devam edecek ama, asıl kararı halkın tamamı verecek. Bu tanım, doğrudan demokrasiyi ifade ediyor ki, dünyanın hiçbir yerinde tam bir uygulama alanı bulamamıştır. Alın size Kuzey Kore modelini. Hani orada güya halk demokrasisi yürürlükte ya. Allah aşkına siz Kuzey Kore Başkanı Kim Jong-un’ un babasından devraldığı iktidar günlerini hatırlayın lütfen. İnsanlar meydanlara yığınlar halinde dökülmüş/toplatılmış/, Kim’in babasının ölümü ile ortak ağlama merasimleri düzenlemişlerdi.

Doğrudan demokrasiyi uygulamaya koymaya, batıyı tanıyan, onlarla her türlü ticari ilişkiler içerisine giren, serbest rekabet ortamının getirdiği pazarlama usulünden büyük paralar kazanan hiç kimse, diyelim ki, Selahattin bey Kim Jong-nu olsun, getirip parasını vermez. Sen benden daha güzel bu para işlerini bölüştürürsün demez.

Geriye yine temsili demokrasi kalıyor ki, yerel özerkliğin inşasında yerel parlamentolar olmaz ise olmaz kurumlardır. Zaten Belediye Meclislerinin sürekli olarak yetkilerinin arttırılması, buradan çıkacak kararlarla halkın kendi kendisini idare etmesi bunu ifade ediyor. Yani öncelikle bir federe

devlet parlamentosu ve bir de bu federe devlet parlamentosundan seçilecek olan kişilerin yılın belli aylarında, Ankarada toplanması ve Ulusal kararların alınması hususu.

Halk her alanda kendi kendisini idare edecek güce sahiptir, bundan niye korkuluyor ki, cümlesinin altında yatan yerel Parlamentonun yasama yetkisine sahip olmasıdır ki, bu işlerde olmaz ise olmaz bir kuraldır. Bu şekilde teşkil edilen yerel parlamentonun hiç kuşkusuz ilk el atacağı konular, Milli Eğitimde, İç İşlerinde ve Ekonomi de kararlar almaktır. Türkiye’nin yasal anlamda hala vermediği Kürt Lisanı ile Eğitim meselesi ilk oturumda karara bağlanacak bir husustur ve yine İlk Oturumda Kürt Kimliğinin tanınması Parlamentonun alacağı ilk kararlar arasındadır. Ve PKK militanlarının güvenlik alanında görevlendirilmeleri hususunda verilecek karar, Parlamentoya sorun bile değildir.

Yasama yetkisinin kısmen de olsa devri, inşa halindeki özerkliğin ilanı anlamına gelir. Bu Federasyondur. Selahattin beyin dediği özerkliğin inşası böyle bir sonucu zaten doğuracaktır. Çocuk döl yatağını geçip rahme yerleştikten sonra doğum mukadderdir.

Şimdi Türkiye bütün okullarına resmi olarak Kürtçe derslerini koysa, Kürt kimliğini tanısa veya bütün kimliklere nötr olarak yaklaşsa da, özerkliğin ilanı için ustalar inşaya başlamış bir kere.