TIPKI HARUT VE MARUTUN HİKAYESİNDE OLDUĞU GİBİ

Yazımın sonundaki Harut ve Marut’un, İsraili kaynaklara göre hikayesinin daha sonraki günlerde yazılacağı bölüme kadarki kısmını, Muhammed Esed’in MEKKEYE GİDEN YOL kitabından alıntıladım. Dostum Yaşar beyin hediyesi olan bu kitabı sizin de okumanızı salık veririm. Orijini Yahudi iken, sonradan Müslüman olan bir büyük insanın eseri.

Bu yazı öyle göz atılıp okunacak cinsten değil. Dikkatle okunmaya ihtiyacı var.

“Herşeye rağmen, Vehhabiler yine de ayrı bir mezhep olarak ortaya çıkmamışlardır. Çünkü “Mezhep” olgusu bağlılarını, aynı temel ilkelere bağlı büyük kitlelerden belirgin bir biçimde ayıran bağımsız bir doktrinin varlığını gerekli kılar.

Oysa Vehhabilik için böyle bir doktrin ayrılığı söz konusu değildir; tam tersine bu hareket, Orijinal İslam Öğretisi çerçevesinde yüzyıllar boyunca gelişmiş, dal budak salmış bidat ve hurafelerin giderilerek ilk kaynaklara bağlı, Resulün tebligatına dayanan gerçek ve yalın tevhid anlayışının yeniden ortaya çıkarılmasını amaçlamıştır.

Hareketin temelinde bu tavizsiz yalınlık ve açıklık, İslam inancını bulandıran bütün o hurafeler yığınının koparılıp ayıklanması noktasında gerçekten de ciddi bir tecdid(yenilenme) girişiminin ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Nitekim çağdaş İslam dünyasında ortaya konan bütün tecdid hareketlerinin; Hindistanda ehli hadis hareketi, Kuzey Afrikada Senusi hareketi, Cemaleddini Afganinin ortaya koyduğu Aksiyon ve Mısırda Muhammed Abduh’un çalışmaları; hepsinde, on sekizinci yüzyılda Muhammed İbnul Abdulvehhabın harekete

geçirdiği kaynaklara dönme cehdinin(gayretinin) izini görmek mümkündür.

Ne varki Abdulvehhap hareketinin özellikle NECDİ KABİLELER arasında yansıyan biçimiyle, tecdid düşüncesinin daha geniş bir alana yayılma istidadı gösteren gerçek bir İslami uyanış olmasını önleyen başlıca iki handikapla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.

Bunlardan biri, hareketin düşünce planında kendini nasların(ayet ve hadisler)lafzi içeriğiyle bütünüyle sınırlı tutması; ikincisi de Arap mizacının uzlaşma nedir tanımayan, ateşli ve kendinden emin, çizgiden bir adım şaşmaya tahammülü olmayan duygusal yapısı; bu son eğilim, Semitik kavimler kadar, onların tersine inanç konusunda tam bir kayıtsızlık gösteren hasım kavimlere de has bir özellik durumundadır.

İki zıt kutup arasında gidip gelmek ve bir türlü orta yolu bulamamak Arapların trajik niteliğidir.

Necd Arapları bir vakitler-daha iki yüzyıl öncesine kadar-diğer bütün Müslüman guruplar içinde ruhen İslam’a en uzak olan topluluk durumundaydılar; ama Abdulvehhabın ortaya çıkmasından sonra, kendilerini sadece imanın şampiyonları olarak görmekle kalmadılar, İslam’ın yegane bağlıları olduklarını da iddia etmeye vardırdılar işi.

Vehhabilerin Müslüman toplumun kendi değerlerine dönüp yeniden doğrulmasını amaçlayan manevi yüklemi, on sekizinci yüzyılda kurulan ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında Arabistan’ın büyük bir kısmını hükmü altına sokan SUUDİ KRALLIĞININ siyasi amaçlarıyla bitiştiği andan itibaren gücünü kaybetti.

Muhammed İbni Abdulvehhabın izleyicileri, SİYASİ GÜCE ULAŞIR ULAŞMAZ, HAREKETİN ÖZÜNDEKİ SAĞALTICI DÜŞÜNCE GİDEREK MUMYALAŞMAYA YÜZ TUTTU; ÇÜNKÜ NE DOĞRU DÜŞÜNCE İKTİDARIN ALETİ OLABİLİR, NE DE İKTİDAR, SONUNA KADAR DOĞRU DÜŞÜNCESİNİN HİZMETİNDE KALMAYA RAZI OLUR.

Vehhabi NECİD’İN tarihi, önce tutku ve samimiyetin kanatları üzerinde yükselen, sonra da kendini beğenmişliğin bağnazlığı uçurumunda, ikiyüzlülüğün kaypak zemininde sürünen dinsel bir düşüncesin tarihidir. Çünkü, tevazu ve samimiyetini yitirdiği an, erdem, artık erdem olmaktan çıkmıştır. Tıpkı Harut ve Marut’un hikayesinde olduğu gibi”

Harut ve Marut Kur’an’ı Kerimde de isimleri geçen iki melek. Onların hikayesini de bir başka zaman anlatırım. Ancak şu kadarını yazayım, kimi İsraili kaynaklara göre samimiyet testini kaybeden bu iki melek cezalarını dünyada çekmek isteyince, yerle gök arasında gerilen zincirlere vuruldular. Cezalarının bitmesi için, kıyametin kopmasını bekliyorlar.