ŞEYH SAİD İSMİNE ALERJİ OLAN; "MAOCU" AKIM!...

Elbette ki belli bir düşünce, ideoloji ve İnanç’a sahip kişilerdir.. Yani, "İslamiyet’i, Müslümanlığı" hazmetmeyenler başta geliyor.. Öncelikle şu iyi bilinmelidir ki.. Şeyh Said.. Ne bu ülkeye, ne bu millete ne de devletin varlığına karşı bir "isyanı" olmamıştır.. Kıyamı.. Camilere, medreselere, zaviyelere, dergahlara!.. Yani İslam’la ilgili "nişanelerin" ve inancın "varlığına" karşı girişilen fikriyata dair tepkisiydi!..

***

Kimlik üzerinde bir "ırkçı" akım geliştirerek, ülkeyi ve milleti bölge gibi, arayışı yoktu.. Bu minvalde, "sıktığı tek bir kurşun" dahi, söz konusu olmadığını, bilen biliyor.. Ki, 46 arkadaşıyla "idam" edildiklerinde, şu ifadeyi kullanmıştır.. "Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur.. Muhakkak ki, mücadelem Allah ve Dini içindir.."

***

Üstat Bediüzzaman Saidi Nursi'nin yaşamı, yaşadıkları ve reva görülenleri film şeridi gibi göz önüne getirdiğimizde, "dönemin despotluğunu" daha bir net anlamış oluruz..  Ve onlar gibi; nice ulemalar, mollalar, seydalar!… Tarihin o dönemine bakıldığında; "İslam'a ve Kürtler'e" karşı bir hasımlık, kindarlık, "dışa" vurma, yani inkar ve asimilasyonla, "tüm değerler" yok edilmek istenildi..

***

İşte Vatan Partisinin lideri Perinçek.. Sırasıyla; Maocu, Sosyalist, İşçi, Kürtçü, Ergenekon, Ulusalcı ve şimdi sistemin adamı!… Perinçek tekçi bir fikriyatın sahibi olarak, bugün bile "İslam'a ve Kürtlere" karşı, hazımsızlık sergileniyor.. Neymiş!…"Şeyh Said'i Diyarbakır'da simgeleyen bütün semboller kaldırılsın.." Bu girişim, aslında kinin dışa vuruşudur.. Tarihi ve gerçeği "çarpıtmadır..!' Çünkü bu zihniyet, Türkiye'yi bin yıllık "tarihiyle" görmüyor..

***

Varsa yoksa, Cumhuriyet sonrasını, biliyor.. Ne Osmanlıyı, Ne Selçukluları ne de evveliyatlarındaki "devlet" yapılarını, tanımıyor, tanıma gibi bir "zihin" çabası yok.. Bu olmadığı gibi.. Dini de inancı da, kültürü de, değerleri de, gelenekleri ve görenekleri de; "kabul etmiyor?".. Batı da, batı!.. Osmanlı'nın 624 yıllık "hükümranlığının" reçetesinin, İslam olduğunu da, görmüyor..

***

Ümmette hiçbir karşılığı olmayan bu "zihniyetin" özellikle attığı ciritlere "prim" verilir olması ise, ayrı bir garabet.. Diyarbakır'da yüzde zerre-i miskal bir temsiliyeti dahi olmayan, bir önceki seçimde 1 milyon 50 bin seçmenden sadece 571 oy alabilen, bu parti..

***

Denir ya; "Müslüman mahallesinde salyangoz satma" misali.. Diyarbakır'ın yüzde 90'ının sahiplendiği, sevdiği, "davam" dediği, şehrin bir çok yerine "ismini verip" yaşattığı bir şahsiyete karşı çıkıyor..  Ya, dersimin hafızası olan Seyit Rıza'ya karşı, girişim.. O'nun da ismine alerji var.. Tabi hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur; "ortaya koyduğu" fikir ve tavrın, şahsiyetlere dair alerji halinin..

***

Bu Perinçek değil miydi ki, 80-90'larda, Bekaa vadisinde Abdullah Öcalan'la boy gösteren.. Çicek veren, örgüte sempatiyle "sekreteryasını" dahi yapan, Perinçek değil miydi?.. Bir eli PKK'da diğer eli de, Devletin kılcal damarlarına nüfuz eden "ulusalcılarla" birlikte idi..

***

Ve bugün çıkmış, en "baba PKK hasımkarı" kesilmiş.. Yine en baba "İslam" hasımkarı kesilmiş.. Tıpkı, tek parti şeflik ve dipçik döneminde olduğu gibi.. Ve ne hikmetse, AK Parti'ye, Erdoğan'a da seslenerek, "bizim gemimize bindiniz" diyor… Velhasıl gidişat şunu gösteriyor... "Maocu" akım bir dönem sonrası, Devletin "paralel yapısı" olarak, vücut bulursa, şaşmayın!.

***

RESİM VE BUDAK'IN BEYANATI…

Önce bi resme bakalım.. İki tabela var.. Üst tabelada, Sur Belediyesi yazılıyor.. Altındaki tabelada ise; Şeyh Sait Meydanı tabelası.. Ki görünen köy kılavuz istemez..

***

Ne var ki, mevzuya dair AK Parti İl Başkanı Serdak Budak'ın ajanslara yansıyan bir beyanatı var.. Şeyh Said'e ait "İsim ve sembollerin" kaldırılması yönündeki Vatan Partisinin girişimine, eleştiri getiriyor..

***

"Girişimi doğru bulmadığımız gibi tasvip etmiyoruz.. Konunun muhatabı da biz değiliz.." Budak bu ifadeleri kullanırken, ilginç bir iddiada da bulundu.. "Resmi kayıtlara göre, Diyarbakır'da hiçbir cadde ve sokakta, meydanda "Şeyh Said" ismi bulunmuyor..

***

İşte bu beyan; bir anda şu soruyu ikmale getirdi.. "Şeyh Said Meydanı" tabelası, gayri resmi mi, konuldu?.. Yoksa Budak mı be haberdar?…

***

 

CAMİLERDEKİ TABURELER….

Her dönem tartışma konusu olmuştu.. Ve bugün de… Diyanet İşleri Başkanlığı genelge yayınladı… İl Müftülükleri uyarıldı.. "Sabit oturaklar, müstakil mekanlar oluşturulmayacak?"..

***

İşte bu karar; Diyanet dahil, alimler, mollalar, seydalar "cephesinde" iki farklı, mülahazaya yol açtı.. Tabi ki "bilgi kirliliği, yorum farklılığından" kendine keramet çıkaran da oldu.. Ki önceki gece bir tv kanalına katılan, ilahiyatçının söylediği söz "şok" ediciydi.. Engeli olan.. Ayağından rahatsızlığı bulunan.. Yani, secdeye gidemeyen, rükûa imkanı olmayan; "camiye" gelmesin, gibi "safsata" fikriyatı, vakıayı vahimleştirdi.. Çözüm ne olacak, bunlar mı "ibadete fetva veriyor" diye sorgulattı!?..

***

Doğrusu!.. Son yıllarda camilerde, "safların tabure ve sandalyelerden" oluşması, hep yadırgandı.. Çünkü, ne cami adabına, ne cemaat ruhuna, ne de "ibadetin" kaide ve kurallarına, uygunluk arz etmediği gibi, işin bir de kolayına, "ibadette" dair bir zorunluluktan kaçma hali, ortaya çıkmıştı.. Haşa!.. İslam dışı "dinlerin ibadethanelerini" andıran bir görüntü ortaya çıkıyordu.. Kiliseler misali..

***

Sonuç derseniz; işin katı kurallı şekilde "tabure, kürsü, sandalye yasak" diyerek, hastalığı, özrü, vücudunda, rahatsızlığı bulunan ama ibadetini yapmak isteyenlerin, "camiden" uzaklaştırılmaması, gerekir.. Nitekim Diyanet'in genelgesinden sonra; "yaygın şikayetler" gelmeye başladı.. İki 48 saat içerisinde bu uyarılar geliyorsa, önümüzdeki günlerde iş daha bir zıvanadan çıkar gibi!. Şu cami, bu cami, şu ibadethane, diye isim vermek istemiyorum.. Ama; "katı kuralcı" kesilen bazı cami sorumluları her şey "yasak" uygulamasında..

***

Yani birileri "uyarının" topuzunu kaçırıyor.. Onun için, "esneklik" olmalı.. Katlanabilir, taşınabilir, "işin kolayına kaçılmayacak" şekilde; "zorunluluk" hasıl olan, vatandaşın "ibadetine" özgür ortam yaratılmalı.. Çünkü, "hiçbir kişi, kurum, ya da makam" vatandaşın "ibadet özgürlüğüne" ipotek koyamaz.. Pek tabi ki, ibadetini yerine getiren vatandaşta "işin ruhuna" keyfiyet katamaz, kolaya kaçamaz!..

***

Bakınız, Din alimleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, özrü, engeli ve rahatsızlığı olan kişinin "ibadet kurallarına" uyması, noktasında şu esnekliği, ifade ediyorlar.. Yani, "ibadetin kaide ve kuralı" caminin doku ve kültürüyle bağdaşabilecek, duruşları şöyle sıralıyor.

İŞTE UYULMASI GEREKENLER?

BİR… Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan namazı oturarak kılmaktır. Böyle kişiler namazını kendi durumlarına göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılabilirler..

İKİ… Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimselerin namaza ayakta başlamaları, rükûdan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapabilirler..

ÜÇ... Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişilerin namaza ayakta başlamaları, secdeden sonra namazı oturarak tamamlayabilirler..

DÖRT... Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimselerin namaza ayakta başlayıp rükûdan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda edebilirler..

BEŞ... Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimselerin namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rükû ve secdeleri ima ile yerine getirebilirler..

ALTI… Namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretlerin kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olması gerektiği, namazı aslî şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıkların bu konuda meşru mazeret olarak görülebilinir..

***

 

GÜNÜN SÖZÜ

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşılabilir.

***

Hayırlı cumalar…