KURUMLAR DÖKÜLÜYOR

Lügatımıza mal olmuş şöyle bir deyim var.

“Kep düştü, kel göründü”.

Aynen de öyle.

Şu şehr-i Azam’daki resmi kurumların hal-i pür melalleri aynen böyle!

Köşenin müdavimleri bilirler.

Yazıyorum!

Öyle ki, seri yazı misali, her gün yazıyorum, kurumların döküntü halini!

***

Çünkü,

Nereye bakarsanız,

Hangi kuruma el atarsanız, atın “elinizde” kalıyor.

Dökülüyor.

Yolsuzluk.

Usulsüzlük.

Keyfiyet.

Hele ki pişkinlik ve bir de ayrımcılık var ki; maazallah!

Politize olmuşluk, bırakın sıradanlaşmış.

***

Doğrusu,

Hükümet açısından hiç de hoş değil.

Hal-i vaziyet,

AK Parti açısından, “ANAP’ın” çöküş dönemini andırıyor.

Hatırlayın.

O dönemlerde; “kurumlar” halk deyimiyle “beri-berdandı”.

Ne yazık ki,

Şu an Diyarbakır’daki birçok kurum da “o dönemi” aratır vaziyette.

Ki hangisinden söz edeceksin..

Sağlık mı?

Karayolları mı?

Belediyeler mi?

Dicle Üniversitesi mi?

Tarım mı?

Hele ki, kamunun ilçe teşkilatları mı?

Bilimum..

***

ŞEHİR DIŞINA SEYİR YAPANLAR

Bu arada,

Yasa ve mevzuat gereği bir İl Müdürü mesai dışı dahi olsa.

Görevli olduğu şehr-i terk edemez.

Terk ettiğinde;

Mutlaka ama mutlaka “kentin mülki amirinden” izin alması gerekiyor.

Ki, mutlaka disiplin suçu işlememek için bu izni alıyordur.

Yoksa”disiplin suçu” ağırdır.

Ha bir de, gidiş-gelişlerinde makam aracı mı, yoksa özel otosunu mu kullanıyor?

Malum; benzin-mazot ateş pahası bir aracın deposu kaça dolar?

Biliyorum..

Diyeceksiniz ki, hangi İl müdürü takar ki?

Görünen köy kılavuz ister mi?

***

KİME GÜVENECEKSİN…

Kime güveneceksin!

Çevremizden,

Son yıllarda sıkça duyduğumuz bir "serzeniş" ifadesi.

Öyle ki,

Her sohbetin, her düşünce ifadesinin, başında söylenir.

"Kime güveneceksin!".

Maddi,

Manevi, günlük hayat akışı içerisinde, fark etmiyor.

Yaşanılan,

Yaşatılan, özelliklen de "olumsuzlukları" ihtiva eden mevzularda, söylenir.

Bu devirde;

"Kime güveneceksin.

Ne diyelim;

Hazin bir hal-i durum.

Güven,

Duygusunun *maddi ve manevi" bir erozyona uğraması.

Güvenilmek.

Güvenilir birisi olmak.

Emanet edilir olmak.

İtimat edilir olmak.

Dürüst,

Doğru,

Ve gerçekçi olabilmek.

Bunları,

Hayatın "idamesinde", yaşatabilmek, yaşatan olmak.

 ***

Hiç kuşkusuz ki,

Bireyi,

Aileyi,

Cemaati,

Toplumu,

Milleti,

Ülkeyi

Ve Devlet nizamını "ayakta" tutan en büyük etken, "güven" olsa gerek.

Çünkü

"Güven, güvenebilmek", istikrarın da teminatıdır.

Toplumun,

İnşa edildiği *temel" istikrara dayalı güvendir.

 ***

Yer küresine,

Baktığınızda "güven duygusu" gelişen.

Geliştirilen,

Ve yaşamı için "istikrar" sağlanan toplumlarda, "huzur ve mutluluk, barışçıl ortam" kaçınılmazdır.

Aile içerisinde;

"güven" tam olduğu gibi, istikrar da sağlamdır.

Esnaf,

Çalışanına,

Fabrikatör işçisine,

Devlet milletine,

Halk,

Siyasetçisine,

Velhasıl herkes karşısındakine "önce" kendi güveniyle, sonra onun güvenirliğiyle, "emeğe" bakar.

***

Ama

Aksi istikametteki toplumlarda var olan "güvensizlik" tahribattır, yıkımdır.

O toplumlar için,

Dış düşmanların, ülkelerin istilalarının, savaş açmalarına gerek yok.

Çünkü

En büyük yıkım ve savaş kendi içinde yarattığı "güvensizliktir".

Ki bugün,

Türkiyemiz'in, bölgemizin "yaşadığı" hal-i durum bu güvensizliğin, gerçek kanıtı olsa gerek.

Diyebilir miyiz ki,

Anne babaya,

Baba, anneye,

Anne-Baba evladına,

Esnaf,

Çalışanına, işveren işçisine,

Millet,

Devlet ve Hükümetine,

Devlette

Milletine "istikrarı" teminat altına alan bir "güven duygusuna" sahip mi?

Sanmıyorum ki,

Hepiniz ortak bir cümleyle "yok böyle bir güvensizlik" diyebilesiniz!

Lakin

Hal-i âlem ortada.

Anne, babayı, baba anneyi, evlat ikisini de "gözünü" kırpmadan öldürüyor.

Esnaf,

Çalışanına, işveren işçisine iki yönlü olarak "güvenmiyor".

Millet,

Devletine, devlet milletine.

Ahali,

Siyasetçisine.

Ciddi bir güven erozyonu yaşıyor.