“ Nasıl Yakalamıştık Saçlarından Baharı”



 “…Hani kuşlar ağaçlar, Binbir renkli çiçekler 

Nasıl yakalamıştık saçlarından baharı"


Hepimizin aşina olduğu bir şarkının sözleri, Güneydoğu'da Çözüm Süreci sonrası bölge insanının psikolojisini çok güzel özetliyor. Çünkü kırk yıldır bölgeyi esir alan şiddet sorununun birkaç yıllık moladan sonra bugün gelmiş olduğu nokta, hepimizi derin üzüntülere  sevk ediyor. Gerçi çözüm süreci boyunca bu bölgede şiddet hiç bitmedi, ama yine de süreç, insanlarda hiç olmayacak kadar bir ümit sıçraması yapmış, beklentileri yükselmişti. Çünkü dönüşüm yapması imkânsız olarak görülen o “statükocu  devlet”, ciddi dönüşümler yaptığı gibi toplumsal zihniyette geri dönülmez çatlaklar oluşturmayı da başarmıştı. Bundan dolayı uzun yıllardır ağır şiddet ortamı içinde yaşamına devam eden bölge insanı, yeni dönemin getirmiş olduğu kısmi huzur atmosferi ile derin bir nefes almıştı.

Bu durum sadece şiddetin yok olması anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda başta ekonomik, sosyal, kültürel olmak üzere toplumsal hayatın her aşamasında yaşanan gelişme anlamına geldiği için memnuniyet seviyesi de yükselmişti. Başta gayrı menkuller olmak üzere bölgenin değeri de arttığı için insanlar hem bölgeye gelen yatırımdan faydalanıyor  hem de uzun vadeli yatırım planları yapabiliyordu. Ayrıca batı illerinden bölgeye gelen çok sayıdaki yerli turist de karşılıklı olarak kalplerin ısınmasını sağlamış ve Kürt algısını da hiç olmadığı kadar normalleştirmiş,  olması gereken yere getirmişti. Bundan sadece bölgede yaşayan insanlar değil, Batı illerinde yaşayan Kürt vatandaşları da olumlu etkilenmişti.

Kısaca, Güneydoğu’da her şey güllük gülistanlık olmasa da hoşgörü, tahammül, dayanışma gibi Anadolu değerleri özgünlükleriyle güle oynaya dansa kalkmış; bize ait olmayan  ötekileştirme duygusu silinmeye başlanılmıştı.

Ancak 2014 yılından başlayarak aşama aşama artan şiddet olayları, çözüm sürecinin de sonunu getirdi. Gerçi süreç içinde sık sık ciddi kırılmalar da olmuş, bitme aşamasına gelmişti. Ama yine de yoğun çabalar sonucunda canlandırılmaya çalışılmıştı. Ama görüldüğü gibi bu kez olmadı... olmadı…. Ne yazık ki, ümitler, beklentiler bir başka bahara kaldı. Türkiye’nin gündemine hiç beklenilmeyen bir anda giren Çözüm Süreci, geldiği gibi gitti. Oysaki şairin de dediği gibi “Nasıl yakalamıştık saçlarından baharı”

Burada   nasıl oldu da sürecin bu aşamaya geldiği üzerinde durmak istemiyorum. Çünkü sürecin bir kısım aktörleri,  öncelikle kimin, hangi niyetlerle bu işe başladığını ve her şeyin nasıl gelişip devam ettiğini, nerede kırılmaların yaşandığını çok iyi biliyorlar. Ve daha da önemlisi, iç ve dış konjonktürün gereği olarak yakaladıkları fırsatı çıkara çevirmek için süreci nerede bitirdiklerini de çok iyi biliyorlar. Suriye'de yaşananlar olmasaydı sürecin bu aşamaya gelmeyeceğini de...

Ancak bilmedikleri şey, çözüm süreci boyunca yaşanılanların halkta oluşturduğu bilinçti. Çünkü huzur atmosferini soluyan bölge insanı, örgütün tabanı bile, gelinen noktadan sonra 40 senedir süren şiddet halinin artık bitmesini istiyor. Bir an önce huzurun gelmesini istiyor.  Bana E-mail gönderen Diyarbakırlı bir anne yaşananlara isyan ediyor. “Mantığım bu yapılanları anlamakta zorlanıyor… Yine mağdur olan, benim gibi ekmeği için koşturan ve hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı insanlardır. Neden hep ben?.. hayal kırıklığı yaşayan ben….Evden çıkarken eşinden helallik dileyen ben.. Eve dönerken çocuğunu gördüğünde “çok şükür bugün de sağ-salim olarak evime döndüm” diyerek “eve dönme” gibi sıradan bir olayı bir ikram gibi gören ben. Ne olacak bizim halimiz?”

Görüldüğü gibi bölge insanı artık geleceğine güvenle bakmak istiyor, bunun gerçekleşebileceğine de inanıyor. Çünkü biliyorlar ki, bunun için toplumsal zemin de çok uygun ve  birlik ve beraberlik içinde yaşama konusunda da toplumda bir konsensüs  var. Ayrıca artık insanların, bölünme ve parçalanma gibi siyasi talepler dışında, hiçbir kültürel talebe ve hakka karşı çıkmadıklarını, çıkanların da sesinin etkisiz kaldığı da görülüyor. Ve daha da önemlisi artık yasaklayan, baskı ve zulüm yapan bir devlet anlayışı yerine, hizmet götüren, vatandaşına sahip çıkan, “cana geleceğine cama gelsin” diyerek devlete karşı vatandaşı önceleyen bir yönetim yaklaşımı  var.

Ayrıca yine artık herkes biliyor ki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu topraklarda ne ana dilini konuşmaktan mahrum kalabilir, ne de aidiyet duygularını inkâr etmek zorunda bırakılabilir. Nitekim mecliste kabul edilen Çözüm Süreci Çerçeve Yasası bu anlamda önemli bir güvencedir. Çünkü Çerçeve Yasa, psikoloji, güvenlik, sosyo-ekonomi, kültür, insan hakları gibi konuları sürecin esasları olarak kabul ediyor.  Yasanın gerekçesinde yer alan, Çözüm Süreci’nin “devlet politikası niteliğinin geliştirilmesi” ifadesi bu çerçevede daha fazla adım atılmasına da imkân tanıyor.

İşte tüm bunlar insanları, şiddet dışındaki çözümlere daha çok sahip çıkmaya götürüyor. Çünkü bu bölgede insanlar huzura ve sevgiye aç. Barışa, merhamete, muhabbete, şefkate olan özlem hiç olmadığı kadar fazla. Ancak bu coğrafyada zor olan da herhalde yapmak, tamir etmek, “huzur ve sevgi” politikalarını hâkim kılmaktır. Kolay olan ise tahrip etmek, yıkmak, nefret, kin,  acı ve ıstıraplara neden olacak eylemler içine girmektir.

Eğer bir kez daha baharı saçlarından yakalarsak hiç bırakmayalım...Olur mu?