“Boşanmalar artacak.” Modernleşiyoruz(!)

Türkiye’de önümüzdeki yıllarda boşanmaların artacağını söylemek benim bir kehanetim değil, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca yapılan ve geçtiğimiz hafta açıklanan bilimsel bir araştırmanın sonucudur. Gerçi boşanma oranlarının artacağını tahmin etmek zor değil, herkes yakın çevresine baksa zaten bu değişimi rahatlıkla anlayacaktır. Hatta boşanma öylesine normalleşmiştir ki, daha düne kadar telaffuz etmekten bile çekinilen  “boşanma kelimesi”, şimdi evli çiftler arasında sıklıkla telaffuz edilmekte veya en azından akıldan geçirilmektedir.

                                                   

 Ancak benim anlatmak istediğim, Amerika’yı yeniden keşfetmek, bilinen bir gerçeği tekrar dile getirmek değil. Konuyla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verileri ve akabinde yapılan açıklamalarda beni ürküten iki şeye dikkate çekmektir;  Birincisi boşanma oranlarının, normalden çok hızlı, hatta bazı bölgelerde yüzde yüz oranında artmış olması; ikincisi ise bazı sosyologların bu konuyla ilgili yorumlarındaki sığlık ve sorunun özünden uzak, hatta sorunu kronikleştiren ve kalıcı kılan açıklamalarıdır.

Önce sosyolojik bir gerçeğin altını çizmek gerekir:  Tüm dünyada yaşanan sosyal ve kültürel değişmeler, diğer sosyal kurumlar gibi aile kurumunu da önemli ölçüde etkilemiştir. Eğitim düzeyinin yükselmesi, çalışan kadınların sayısının artması, büyükşehirlerin stresli yaşam biçimi, aile içindeki rollerin büyük oranda değişmesi veya karmaşıklaşması vb gibi etkenlerin boşanmalar üzerinde etkisi büyüktür.   Nitekim Türkiye’de son beş yılda boşanmalar  yüzde elli gibi büyük bir oranda artmıştır. Bu, toplumun temeli olan, bireyin başta sosyalleşme olmak üzere, her türlü psikolojik ihtiyaçlarının giderildiği aile kurumunun ciddi bir tehlike altında olduğunu gösteriyor. İşte bu, beni ürkütüyor!

En az bunun kadar daha tehlikeli olan bir şey de, sorunun teşhisine yönelik açıklamalardır. Boşanma gibi sosyal olguların aslında çok sayıda nedeni olmasına rağmen, genelde, feminist bakış açısının etkisiyle, iki nedene indirgenerek açıklanıyor.  Birincisi kadının eğitim düzeyinin yükselmesi ve ekonomik özgürlüğü, ikincisi ise boşanmanın geleneksel toplumlardan modern toplumlara geçişin doğal bir sonucu olduğunun vurgulanmasıdır.

Burada açıklanan gerekçelere bakıldığında aslında ailenin varlığının sorgulandığı ve evliliğin değil de boşanmanın doğal olduğunun vurgulandığı görülür. Çünkü boşanmayı kadının eğitim seviyesinin yükselmesi ve ekonomik özgürlüğünü kazanmasının bir sonucu olarak görürsek, o zaman, tersinden okuduğumuzda, evliliği cahilliğin bir gereği ve kadınların ekonomik nedenlerden dolayı mecburen katlandığı bir kurum olarak algılamamız gerekir. Nitekim feministler tarafından da öyle algılanıyor.

Bunun dışında, yine gizli bir şekilde boşanmayı kutsayan bir bakış açısıyla, ‘boşanma her ne kadar istenmeyen bir sonuç’ şeklinde tanımlansa da  “toplumsal gelişmenin bir sonucu” olarak gösterilmektedir. Nitekim modernleşmesini tamamlamayan tarım toplumlarında boşanma oranlarının, modern olarak tanımlanan ülkelere göre,  daha düşük olması, geri kalmışlığın bir göstergesi gibi sunulmaktadır.

  Şüphesiz her iki olgunun da boşanma sürecinde etkisi büyüktür, ancak bunların doğal bir sonucu değildir. Örneğin toplumda kolaycılığa alışan, ben-merkezli, sorumluluk duygusu zayıf, fedakârlık duygusundan mahrum, öz değerlerine yabanı bir kimse, eğitim seviyesi ne olursa olsun, evliliği yürütmekte zorlanacaktır.  Dolayısıyla sorun eğitim seviyesinin yükselmesi veya kadının ekonomik özgürlüğü değil, sorun elde edilen yeni kazanımlara paralel olarak kaybedilen değerlerdir.

İşte bir anlamda ahengi ve ayarı bozulan, tahrip edilen insanın özüne, fıtratına uygun davranmakta zorlanmasıdır. Kadınları cahil bırakmayacağımıza göre, modernleşme ve gelişme sürecine devam edeceğimize göre boşanmaların önüne geçmenin en kolay yolu “fıtri” olana uygun davranmak ve çocuklarımızı da öyle yetiştirmektir.