Aslında, “Balyoz” kime vuruldu!

İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi,  Cumhuriyet tarihinde kamuoyunu en çok sarsan olaylardan biri olan Balyoz Darbe Planı Davası’nda ilginç bir karar verdi:  Emekli Orgenerallerin de aralarında bulunduğu 230 hükümlünün infazları durduruldu,  tahliye edildi.

Bu karar da, en az “Eylem Planı”nın kendisi kadar, kamuoyunda yankı buldu. Çünkü konu her ne kadar  “berat” değil de sadece “yargılanmanın yeniden başlaması” olsa da AYM’nın verdiğin kararın gerekçesi ve yaşanan sürecin  güven duygusuna vurduğu  balyoz kafaları karıştırmaya yetti bile.

Biraz hatırlayalım: Balyoz Davası neydi? Ve nereye vardı?

Olay, 2010 yılının ilk aylarında bir gazete haberi üzerine başladı. Bugün kamuoyunun yazılarına – haklı olarak- kuşkuyla baktığı üç yazarın kaleme aldığı habere göre;   dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan başkanlığında bir darbe planı hazırlandı. Darbeye zemin oluşturmak ve darbeyi kamuoyunda haklı konuma getirmek için de öncelikli olarak AK Parti hükümetine,  dini gruplara, gayrimüslim cemaatlere, darbe karşıtı olan akademisyenlere, yine darbe karşıtı liberallere yönelik akıl almaz eylem planları hazırlandı.

Adları “Tırpan”, “Testere” “Döküm” “Oraj” “Sakal” olan bu Eylem Planları kamuoyunda büyük infial uyandırdı. Millet,  balyozu o gün yüzyıllardır oluşturduğu ordu algısı üzerinden bir kere yedi ve sarsıldı, güven kaybetti:   “Kahraman Ordu” olarak bildiği ve saydığı kurum, iddialar göre, yapacağı darbeye zemin hazırlamak için, milletin camisine bomba atmayı, komşu bir ülkenin hava sahası üzerinde kendi jetlerini düşürerek halkını galeyana getirmeyi planlamıştı.

Gezi eylemleri ve 17 Aralık gibi birçok olayda olduğu gibi, burada da asılında hedefte AK Parti hükümeti ve Erdoğan olduğu açıktı. Nitekim Eylemin baş mimarı olduğu ve bu konuda seminerler verdiği öne sürülen Çetin  Doğan’ın seminerin açılışında yaptığı belirtilen  konuşması  bunu açıkça gösteriyor: “Bunun için de her şeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben Genelkurmay Başkanı'na diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın ‘Bu işin sonu boktur' işte sonunuz böyledir.”deyin.

Bilindiği gibi, Çetin Doğan, semineri inkâr etmedi ve yaptığı açıklamada "Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevinin gereği olarak (...) EMASYA (Emniyet ve Asayiş) planları seminerlerde elbette ele alınmıştır" diyerek de bir anlamda basında yer alan  iddiaları doğruladı. Ayrıca bu süreçte bazı üst düzey askeri personelin evinde ve işyerinde ele geçirilen belgeler, ses kayıtlarının sayıları yüzleri ve binleri geçti.

Bu yaşananlar üzerine, 20 Eylül 2013 tarihinde yapılan Davanın 107. celsesinde  hiçbir tutuklu sanık için tahliye ve beraat kararı verilmedi. Ancak geçtiğimiz hafta içinde  yeniden yargılanmak üzere tahliye edildiler!

Gerekçe;  “Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan 'Adil yargılanma hakkı'nın ihlal edilmiş olması.

Bireyin adıl yargılanama ve savunma hakkı kutsal bir haktır.  Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararı eleştirmek hakkımız olmadığı gibi, kamuoyu olarak böyle bir konumda da değiliz. Hele, yediğimiz Balyozlardan sonra yargıya ve basına olan  güven duygumuzu böylesine kaybettiğimiz bir ortamda, hiç değiliz.

Bunu ortaya atan ve bu konuda bavul dolusu belge sunan  “Taraf” Gazetesi, kurmaca bir darbe planı mı hazırlamıştı?  Komutanlarla ilgili ses kayıtları, internet sitelerindeki itirafları ve evlerinde bulunan bilgi ve belgeler de mi kurmacaydı? Eğer öyleyse, bunu kim ve neden yaptı? Milletin güven duygusunu saran bu denli büyük bir kumpası kim düzenledi?

Şayet, tüm bu belgeler doğruysa, ki ben en azından bir kısmının  doğru olduğuna  inanıyorum,  AK Parti’ye ve millete bu kumpası kuranların akasında kimler vardı? Ve böylesi önemli bir davada, 'adil yargılanma hakkı'nı ihlal ‘ edecek “boşluğu”  yargı içinde kim veya kimler bıraktı? Ve neden bıraktı? 

Bu milletin “adil yargılanma hakkı” olduğu kadar, doğru bilgilenme ve güçlü bir adalet duygusuna sahip olma hakkı da var.  Anayasa Mahkemesi’nin bunu sarsanlara karşı da bir şeyler yapması gerekmez mi?

Başta sorduğum soruya gelirsek;  gelinen noktada balyozu, asılında başta yargıya olmak üzere basına karşı “güven” duygusunu kaybeden millet yemiştir.

Yeniden yargılanmalar bir fırsat olabilir mi? İşte bundan da tam emin değilim.

İyi ki,  ilahi adalet var…