Başkanlık Sistemi, “Seçilmiş Sultanlık” mı?

ABD ile yaşıt ve özdeş olan Başkanlık sistemi, ülkemizde üç beş yılda bir gündeme gelmesine rağmen özellikle tek partinin güçlü iktidarları olan Özal ve Erdoğan dönemlerinde bizzat bu liderler tarafından daha sık dillendirilmiştir. Öncelikle şu noktanın vurgulanmasında yarar var: Başkanlık sistemi, Yarı Başkanlık sistemi ve Parlamenter sistem, bugün dünyada uygulanan demokratik sistemlerin içinde, kanaatimce, halkın doğrudan seçimine en yakın olan sistemdir. Bu nedenle de diğer ikisine oranla daha demokratik bir sistem olarak görülmektedir.

Bu sistemde yasama ve yürütme birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Başkan tarafından atanan ama senato tarafından onaylanan Yüksek mahkeme yargıçları ise gerektiğinde, başkanları dahi sorgulayacak ve onları görevden alacak kadar güçlüdür. Doğrudan halk tarafından genel oy, dört yıl veya kazansa dahi ancak iki dönem seçilebilen Başkan ise bakanlarını, yani sekreterlerini, istediği gibi seçebilmekte ve meclisin güvenoyuna ihtiyaç duymamaktadır.

Yasama da, yani Meclis de halk tarafından seçildiğinden onun da Başkan’a bağımlılığı yoktur. Başta para konuları olmak üzere Başkan’ı sıkıştırabilmekte ve Başkan’ın meclis’i de feshedebilme yetkisi yoktur. Ancak Başkan’ın Kongre karşısından tek üstünlüğü, gönderilen yasaları veto etme hakkına sahip olmasıdır.

Başkanlık sisteminde, yarı başkanlık ve parlamenter sistemlerinde görüldüğü gibi iki başlı bir yürütme yerine tek başlılık söz konusudur. Yani bir köyde iki muhtar yoktur. Bu açıdan başkanlık sistemi siyasi istikrarı sağlamakta parlamenter sisteme göre çok daha avantajlıdır. Örneğin, eğer ülkemizde Başkanlık sistemi olsaydı özellikle 1970-80 arasındaki siyasi krizleri önleyebilir ve yakın zamanda da Sezer/Erdoğan çatışmasını ortadan kaldırabilirdi.

Meclis’in güvenoyuna ihtiyaç duymayan başkan ne muhalefet ne de kendi partisinden korkmaktadır. Bu nedenle her bütçe döneminde veya hükümet kurma dönemlerinde başkanın kimseye ihtiyacı yoktur. Burada ülkemizin en güçlü tek partili (DP) iktidarlarından olan III. Menderes Hükümeti’nin (1955) bizzat kendi meclis grubu tarafından yıkılması ve ancak “Sarolist“ formülle Başbakan Adnan Menderes’in ipten alınmasını araştırmacıların dikkatine sunmak isterim. Bakan Mükerrem Sarol’un formülüne göre, “Menderes kürsüye çıkacak ve gruptan sadece kendisi için güvenoyu isteyecekti.” Bunun üzerine kürsüye çıkan Menderes, kürsüde ateşli bir konuşma yapmış ve Grup da Menderes’e tam kadro güvenoyu vermişti.  Bunun ardından tekrar kürsüye çıkan Menderes şöyle der: “Arkadaşlar, sayın milletvekilleri, siz Grup olarak her şeye kadirsiniz…(siz) isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz!...”

Bu nedenle Başkanlık sisteminde, ülkemizin yüz karalarından olan vekil transferleri de bu sistemde önemsiz kalmaktadır. Örneğin 1977 “Güneş Motel” olayı ve tarihin bir örnek bir tekrarı olan 2000’lerde DSP’nin sahilde rüzgardan ve-ya dalgadan yıkıldığı bir balıkçı kulübesi gibi vekil pazarları bu sistemde yaşanamaz. 1977’nin başbakan adayı Bülent Ecevit hükümet kurmak için ihtiyaç duyduğu 11 vekili Adalet Partisi’nden koparmıştı. Ecevit’in “Kumar borcu olmayan” ama Bakanlık vaat ettiği hükümet kurmak için ihtiyaç duyduğu bu 11 vekil sayesinde II. MC hükümeti güvenoyu ile yıkılmış ve Ecevit yerine en uzun süreli hükümetini kuracaktı.

Özetle, doğrudan halk tarafından seçilmiş, görev süresi net olan bir Başkan’ın tek başına kurduğu hükümet ve birbirinden net olarak ayrılmış kuvvetler ayrılığı Başkanlık sisteminin en büyük avantajları ve temel özelliklerini oluşturmaktadır. Bu sistemin olumsuz yanlarını ise şöylece sıralayabiliriz: Meşru ve yasal olan yasama ve yürütmenin keskin ayrılığı, zayıf ve eğitim seviyesi düşük olan ülkelerde sistemin kilitlenmesine sebep olması. Ya hep hiç mantığına göre bir oy farkıyla da olsa kazanan Başkan gerçekten, seçilmiş bir kraldır. ABD başkanlarından Abraham Lincoln’a bir oylamada atfedilen şöyle bir örnek vardır: “ yedi hayır, bir evet, evetler kazandı”.

Tabii Başkanlık sisteminin başarısı her şeyden önce seçmen ve halk kalitesine bağlıdır. Eğitimli, basiretli ve uyanık bir halk en iyi hükümeti zaten çıkarmasını ve kontrol etmesini bilir. Böylece çok güçlü yetkilerle donatılmış bir başkan hata yaparsa önce Yüksek Mahkeme yakasına yapışır, ardından zaten kısa olan görev süresinde (4 yıl) halk onu alaşağı etmesini bilir. Böylece bu sistemde altı defa gidip yedi defa gelmek yoktur çünkü gerçek krallık bunun gibi yani ömür boyu parti liderliğidir.

1940’ların ünlü İngiliz Başbakanı W. Churchil demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: Geri kalanların tamamı hariç en kötü yönetim biçimidir. Bu açıdan ilk tarihten bu yana, toplumu; Kim? Nasıl? Ne kadar yönetecek?...sorularına cevap olarak  insan eliyle geliştirilmiş ve gelişmeye devam eden berbatların en az berbat olanı olarak tanımlanan demokraside, en iyi demokratik sistem başkanlık sistemi olarak görülmektedir.

Tüm bu nedenlerle kanaatime göre Türkiye, başta Ortadoğu’da yaşanan son siyasal değişiklikler, Kürt sorunu ve merkezi-ulus-devlet ruhunun iflası nedeniyle bir an önce Başkanlık sistemine geçmelidir. 1 Kasım’dan bu yana şu an tam yeri ve zamanıdır.

Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER UZMANI