İNSAN HAKLARI VE PEYGAMBERİMİZ SALLALAHU ALEYHİ VE SELLEM

Kul hakkı veya insan hakları olarak dinimizin bakış açısı nedir? Günümüz Müslümanlarının insan haklarına verdiği değer ne durumdadır? anlatmaya çalışacağım.

        Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin kul hakkına verdiği önem ve değerle günümüz Müslümanlarının kul hakkına verdiği değeri tam anlamak ve aradaki farkı öğrenmek için yazının sonundaki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem le Hz. Ukaşşe arasındaki diyaloğu okumanızı tavsiye ederim.

       Namazını bil hakkı ile kılıp elinde tespih ağzında misvak tam mütedeyyin diyeceğimiz bir çok insanın söz konusu insan hak ve hukukuna geldiğinde sınıfta kaldığını görürüz. Komşusu ile sıkıntı yaşayan, çalıştırdığı işçinin hakkını ödemeyen, akraba ile ilişkilerini kesn, anne- baba hakkına riayet etmeme, çıkarcı, cimri, ahlakı iyi olmayan... vb. eksik ve yanlış hareket ve davranışlarına şahit oluyoruz.

       Ebü Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem:

      "Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab:

      - Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem:

        "Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir" buyurdular.[ Müslim, Birr 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 2]

        Kul hakkı denince Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çok dikkat eder üzerinde kul hakkı varsa helalleşmek isterdi, özellikle vefatına yakın dönemlerde Sahabesini toplar onlarla helallaşır ve;

         “Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hakkını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, ‘Re­sû­lul­lah bana darılır’ diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki benden hakkını isteyene darılmak, be­nim fıtratımda yok­tur.­ Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip ben­den onu isteyen kimsedir veyahut helâl edendir. Ben, Rab­bimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak is­tiyorum!”(İbn Sa’d,, c. 2, s. 255; Taberî,  c. 3, s. 191; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 457.)

         Kul hakkı  sadece maddi haklarla sınırlı değildir, kişinin kişilik haklarına maddi ve manevi tüm haksız tecavüzlar bu kapsam içerisine girer.

             Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem veda hutbesinin başında insanlara şu tavsiyede bulunmuştur:

           ''Ey İnsanlar!'' Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayız.

       ''İnsanlar!'' Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur."

        Peygambeerimiz sallallahu alehi ve sellem ile Hz. Ukkaşe(ra) olayı

        Efendimiz; "Ey mü'minler! Allah aşkına, kimin bende hakkı varsa, kalksın gelsin, kıyametten önce burada alsın" buyurdular. Fakat kalkıp gelen olmadı. Resulullah efendimiz, ikinci ve üçüncü defalar da Allahü teâlânın adını anarak; "Hakkı olan gelsin alsın" buyurdu.

           Bunun üzerine Eshab-ı kiramdan pir-i fani olan hazret-i Ukaşe kalktı. Resulullah'ın huzuruna vardı. Sonra; "Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! Tebük gazasında, seninle beraberdim. Tebük'ten ayrıldığımız sırada benim devemle, sizinki yanyana gelmişlerdi. Ben devemden indim. Sana yaklaştım. Maksadım, seni mübarek vücudundan öpmekti, o zaman kamçı ile sırtıma vurmuştun. Niçin vurduğunu bilmiyorum" dedi.

        Peygamber efendimiz; "Ya Ukaşe! Allahü teâlâ seni, Resulünün kasten vurmasından muhafaza eylesin. Ya Bilal! Kızım Fatıma'nın evine git. O kamçıyı bana getir" diye emretti.

        Hazret-i Bilal, Resulullahın kamçısını getirmek üzere mescidden çıktı. Elini başına koymuş, "Resulullah kendisine kısas yaptıracak!" diye hayretler içerisinde kalmıştı. Eve varınca, hazrte-i Fatıma validemiz; "Ya Bilal! Şimdi ne hac zamanı, ne de gaza! Babam kamçıyı ne yapacak?" diye sordu.

          Bilal ; "Ey Fatıma! Haberin yok mu? Resulullah'a onunla kısas yapılacak!" dedi. Hz. Fatıma validemiz;           "Ya Bilal! Resulullah'tan kısas ile hakkını almaya kimin gönlü razı olur? Madem ki, istedi vereyim. Fakat, Hasan ve Hüseyin'e söyle, hakkını kim alacaksa, kısası kendilerine yaptırsınlar. O zat, hakkını onlardan alsın. Sakın Resulullah'a kısas yaptırmasınlar" diye hazret-i Bilal'e sıkıca tenbih etti.

            Bilal mescide geldi ve kamçıyı Resulullah efendimize, O da hazret-i Ukaşe'ye verdi. Hz. Ebu Bekir ve Ömer bu durumu görünce; "Ey Ukaşe! İşte biz yanında hazırız, hakkını bizden al. Ne olur, Resulullah'dan alma!" diye yalvardılar.

           Bunun üzerine Peygamber efendimiz hazret-i Ebu Bekir'e; "Ey Ebu Bekir! Sen bırak, çekil aradan. Ey Ömer! Haydi sen de çekil. Allahü teâlâ, sizin yüksek derecenizi bilmektedir" buyurdu.

           Sonra hazret-i Ali kalktı; "Ey Ukaşe! Resulullah'a vurmana, gönlüm razı olmuyor. İşte sırtım ve karnım. Gel hakkını benden al, istersen yüz kerre vur. Fakat Resulullah'a dokunma!" deyince, Peygamber efendimiz; "Ey Ali! Sen de otur. Allahü teâlâ, senin de yüksek mertebeni, durumunu bilmektedir" buyurdu.

            Bu defa hazret-i Hasan ile Hüseyin kalktılar, "Ey Ukaşe! Sen de biliyorsun ki, biz Resulullah'ın torunlarıyız. Onun için bize kısas, Resulullah'a kısas demektir. Hakkını bizden al, ne olur Resulullah'a vurma!" deyince, Peygamber efendimiz, onlara; "Siz de oturunuz, ey iki gözümün neş'eleri" buyurdular.

         Sonra; "Ey Ukaşe! Gel vur!" buyurdular. Ukaşe; "Ya Resulullah! Sen bana vurduğun zaman benim vücudum açıktı" deyince, sevgili Peygamberimiz mübarek sırtını açtı. Bu sırada Eshab-ı kiramdan hıçkırıklar duyuldu; "Ya Ukaşe! Resulullah'ın mübarek sırtına vuracak mısın?" dediler.

      Herkes üzüntü içerisinde bekleşiyordu. Hazret-i Ukaşe, Resulullah efendimizin mübarek sırtındaki Peygamberlik mührünü görünce, birden bire; "Anam-babam sana feda olsun ya Resulullah! Hakkını almak için, senin o mübarek sırtına vurmaya, sana kısas yapmaya kimin gücü yeter, buna kim cesaret edebilir?" diyerek, Kainatın sultanının mübarek mühr-i nübüvvetini öpüverdi. "Maksadım bu idi", dedi. Eshab-ı kiramın hepsi; "Ne mutlu sana, ne mutlu sana! Ey Ukaşe" dediler...

        DUA VE SELAMLARLA