ÖLENİN ARKASINDAKİ 40 GÜN MEVLİDİ
Ölüm
esnası ve sonrası yapılan trajik komik bir çok hatalar vardır. Başlıcaları;
ölümle pençeleşen birisini şeytanla baş başa bırakma, yani tıbbi müdahaleler
yapılırken, manevi hiç bir desteğin olmaması, cenazeyi mezara götürürken atılan
sloganlar, meyiti dünyevi başarılarını anlatmalar, mezarların ihtişamı,
mezarlıkta verilen yemekler, taziye, yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün
yemekleri her biri başlı başına birer cehalet eseri. Bu konular birer köşe
yazısı olduğundan kısa kesip, kırkıncı günde verilen mevlit ve yemekten söz
edeceğim.
Hanefi
mezhebini imamlarından Ibni Abiidn; "Ölüleri hayırla yad etmek vaciptir.
Ama onların arkasından 7, 40 ve 52. geceler bidattır. Muayyen gün ve gecelerde
evlerde mevlit okutmak o mümin ölüye işkence etmek hükmündedir.
Şafii
mezhebinin hiç bir kitabında ölen kişinin ardında 7,40 ve 52. gece diye bir
ibadet olmadığı gibi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile onun
ashabı, tabiin, teb-ü tabiin ve tüm mezhep kitaplarında da böyle bir ibadet
biçimi yoktur. Hele mevlit ve yemek vermek hiç yoktur.
Sonradan
yapılan bu tür merasimler ibadet maksadı ile yapılırsa (haşa) dinde bir
eksiklik varmış manasına gelir buna bi'da denilir ki bu da hiç hoş değildir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesel; "Tüm bi'dalar delalettir ve
tüm dalaletler de insanı cehennem sokar." derken, Yüce Allah maide suresi
3 ayette: “İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi
tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”
Cehalet, yanlışı yapmaya müsait olmanın
adıdır. Cahil insan doğru veya yanlış hakkında bilgi sahibi olmadığından,
gördüğü ve ya duyduğu şeyleri taklit eder bu da onun yanlış yapmasına sebebiyet
verir. Hele cahil kimse bilmediğini bilmeyen biri ise işte işin vehim tarafı da
budur. Artık ona doğruyu anlatmak " deveye hendeği atlatmaktan" daha
zor olur. Bunu içindir ki dinimiz cehaleti kabul etmediği gibi, ilk emri
"oku" olmuş, "bilenlerin bilmeyenlerden" üstün olduğunu ve
aradaki farkın "gören" le " kör"ler gibi olduğunu
belirtilmiştir.
Toplumun
dinini öğrenme konusunda yıllarca engellenmesi, dini açıda cahil bir toplumun
oluşmasına vesile olmuş, din tacirleri, istismarcıları ve de çıkarıcıların
meydana gelmesine vesile olmuştur.
Ölen
kişinin ardında yapılması gereken bazı vazifeler vardır ve bu vazifeler neler
olduğu fıkıh kitaplarında detaylı biçimde anlatılmıştır. Bunların dışına çıkmak bid'a dir, sevap
olmadığı gibi günaha girmek ihtimali pek yüksektir. Bunu din adına veya dini
bir kisve altında yapmak gerçekleri değiştirmez.
Hele ölenin
arkasında yapılan; 7’nci, 40’ıncı, 52. gece gibi merasimler-törenler İslâm’a
sonradan sokuşturulmuş uydurma âdetlerdir, bid’attir!
Nitekim
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: “Ölünün mezardaki hâli, imdat
diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini
kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından-anasından,
kardeşinden-arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince dünyanın
hepsi kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allah Teâlâ,
yaşayanların duaları sebebiyle, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin
de ölülere hediyesi onlar için duâ ve istiğfar etmektir." (Ebû Mansur, İbn
Abbas radıyallahü anhüma’dan rivayet etmiştir).
DUA VE SELAMLARLA