DARBELER ANAYASASI…

Tarih üzerine konuşabilmenin en önemli şartlarından biri de objektif değerlendirmelerin yapabilmektir.

Aksi halde söylenen sözlerin önemli bir kısmına itibar edilmemektedir.  

Bunları ifade etmemin nedeni ise yarın (1 Kasım 2015) Milletvekili seçimi yapılacak olmasıdır.

Amacım, bu seçimden hangi sonuç çıkarsa çıksın, ülkemizde asıl sorun olan Darbe Anayasası’nın değiştirilmesi için sayın vekillerimizin dikkatlerini çekmektir.

Bu yüzden, bu yazımda Darbe anayasaların ülkemiz ve milletimize verdiği zararların bir kısmında değineceğim.

***

Birinci Dünya savaşında kaybeden ülkeler arasında yer alan Osmanlı imparatorluğu parçalanmış ve pek çok zorluktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.

23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiştir.

Ülkenin kurucularından Mustafa Kemal 10 Kasım 1938 tarihinde ölünceye kadar Cumhurbaşkanı olarak görevine devam etmiştir.

23 Nisan 1920 tarihinde 10 Kasım 1938 tarihine kadar, ülkemiz, Halifeliğin kaldırılması, Laikliğin ve Milliyetçiliğin (Türkçülüğün) benimsenmesi,  Ezanın türkçe okunması, tekke, medrese ve benzeri dini müesseselerin kapatılması, latin harflerin kabulü... gibi anayasal değişikliklere sahne olmuştur.

***

Birinci Cumhurbaşkanın ölümünden sonra Milli Şef olarak adlandırılan İsmet İnömü, devlet yönetimini ele geçirmiştir. İsmet İnönü ve kabinesi 1946 yılına kadar iktidarda kalmış ve devleti yönetmiştir.

***

1946 yılında açık oy-gizli sayım usülü ile yapılan ve ülkemiz tarihinin en kara seçimi olarak adlandırılan bu seçimde İsmet İnönü liderliğindeki CHP seçimi kazanmıştır.

***

1950 yılında yapılan ve gizli oy-açık sayım usülü ile ülkemizin ilk demokratik seçimler yapılmıştır.

Bu seçim sonucunda, Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti seçimi kazanmıştır.

Demokrat Parti’nin ard arda kazandığı seçimler sayesinde Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden o güne kadar pek çok olumsuz yasa değiştirilmiştir.

Bunların en önemlisi ise elbette Ezanın aslına uygun olarak yani Arapça okunması sağlanmıştır.

Ama şunu hatırlatmakta yarar vardır ki on yıllık Demokrat Parti döneminde milletimizin yapısına uygun anayasal değişiklikleri maalesef pek yapılamamıştır.

***

 27 Mayıs 1960 tarihinde Cemal Gürsel ve ekibi tarafından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk Askeri Darbe gerçekleşmiştir.

Bu darbe 27 Mayıs İhtilâli olarak da anılmaktadır.

Hukuksuz mahkeme süreci ve verilen kararlar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu İmralı Adası'nda idam edilmiştir.

Adnan Menderes'in darağacı altında son sözü: "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim" olmuştur.

1960 darbecileri tarafından görevlendirilen bazı hukukçular Anayasa hazırlamıştır.

Ama bu anayasa milletin ihtiyaçları ve beklentilerini karşılayacak bir anayasa olmamıştır.

Aksine, sivil yönetimin harekat alanını daraltmıştır.

***

12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı ve en üst düzeydeki silah arkadaşlarının imzalarını taşıyan bir muhtıra, dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a verilerek Hükûmetin istifaya zorlandığı askeri müdahale olarak anılmaktadır.

***

Türk Silahlı Kuvvetleri  tarafından 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde Askeri Darbe gerçekleştirilmiştir. 

27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesidir. 

Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alınmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedilmişir, 

On binlerce insan tutuklanmış, işkence görmüş…

Dönemin darbeci generallerinin başında yer alan Kenan Evren hiç utanmadan ve sıkılmadan ‘bir solcuyu idam ederken denge sağlansın diye bir sağcı da idama çarptırıldığını ve böylece dengenin sağlandığını’ televizyon ekranlarında dile getirmiştir.

Ben bunun için ‘iyi ki ahiret var ve zarar gören herkes öbür dünyada bu darbecilerden ve onları destekleyen iç ve dış zalimlerden hesap soracak’ inancını taşımaktayım.

Bu darbe ile 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırılmış ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başlamıştır.

Yapılan anayasanın temel yapısı dediğimiz ruhu halen devam etmekte olup halktan kopuk bir yapıya sahip olduğu yani ülkede birlik ve beraberliği sağlamadığına hepimiz tanıklık yapmaktayız.

***

28 Şubat 1997 Darbesi açıkta yapılan askeri darbenin gizli şekli olarak adlandırılmaktadır.

Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinden birinci parti olarak çıkmıştır. 1996 yılında DYP-ANAP koalisyon hükümetinin güvenoyu Anayasa Mahkemesince geçersiz sayıldığından dolayı dağılmıştır.

Bunun üzerine TBMM'de birinci parti olan RP ile ikinci parti olan DYP, Refah-Yol Hükümetini kurmuştur.

Refah Partisi gibi dindar kişilerce kurulan bir partinin iktidar ortağı olması ülkenin Totaliter laik çevrelerini rahatsız etmiş ve onları harekete geçirmeye sebep olmuştur.

Refah-Yol hükümetinin laikliğe karşı hiçbir yasal değişikliği yapmadığını birçok kişi tarafından bilinmektedir.

Ancak,  28 Şubat 1997 günü, 9 saat süren MGK toplantısı yapılmış ve bu toplantıda,  MGK sert ve vurgulu bir biçimde 'Laikliğin' Türkiye'de hukukun ve demokrasinin teminatı olduğunun altı çizilmiştir.

Ama Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olduğu ve MGK’ya başkanlık yaptığı O dönemde niyetler Refah-Yol hükümetini istifaya zorlamaktı.

Sonunda Refah-Yol hükümeti sonlandırıldı.

Tarihin en ibretli ve acı hatıralarından olan 1980 darbesiyle askerler tarafından görevinden uzaklaştırılan Süleyman Demirel’in 28 Şubat sürecinde Başbakan Necmettin Erbakan ve kabinesinin istifa etmeleri için önemli bir rolü üstlenmiş olmasıdır.

Bu süreçte Refah Partisi de kapatıldı…

İrtica bahane edilerek birçok Anadolu Kaplanı diye adlandırılan firmalara el konuldu…

İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniversitelere girme başarısını engellemek için katsayı uygulamasına geçildi…

Maalesef, milletimize,  28 Şubat darbesi geçiş sürecinde sergilenen oyunda, banka hortumcuları, gazete patronlarına peşkeş çekilen dolarlar, ekonomik kriz altındaki nedenler bir posta büründürülerek sunulmuştur.

Başörtülü okumak ve çalışmak yasaklandı…

Eşi başörtülü olan çalışanların önemli bir kısmı fişlendi…

***

Adalet ve Kalkınma Partinin alternatifsiz tek parti olarak Türkiye'nin başına açık ara farkla iktidara gelişi, yerini bir süre daha koruyacağı garantisinin gözükmesi, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olma ihtimalinin gündeme gelişi…

Dönemin Genelkurmay Başkanı ‘Cumhurbaşkanı olacak kişinin sözde değil özde laikliği benimsemesi ve bunu yaşantısında göstererek ıspatlaması gerekir’ diyerek neredeyse aleni bir şekilde eşi başörtülü olanın cumhurbaşkanı olamayacağını ifade etmeyi tercih etmiştir.

Eşi başörtülü olan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olma ihtimalini içlerine sindiremeyen generallerin liderliğindeki Genel Kurmay Başkanlığı 27 Nisan 2007 tarihinde bu kez darbenin modern şekli olan E-Muhtırası yayınladılar. 

Bu muhtıranın kof bir gerekçesi ise laiklik tehdit altında öyle ise müdahale etmek sorumluluğun yanı sıra, bir başka yönü de; Ermeni, Kürt, Arap ve ırkçı olmayan vatandaşların antidemokratik uygulamalara, zulme ve şiddete maruz kalması, 'Ne mutlu Türküm diyene!' ilkesine riayet etmeyenleri açıkça 'düşman' ilan etmesidir.

***

Bu süreçte Ak Parti iktidarından rahatsızlık duyan kesimin 'Ordu Göreve' çığlıkları ile Cumhuriyet Mitingleri düzenlemeye başlamıştır.

E-Muhtıra'nın ertesi günü Ak Parti sözcüsü ve Ankara Milletvekili olan Cemil Çiçek konuşmasında Genelkurmay Başkanı'nın resmi olarak Başbakan'a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan'a karşı sorumlu olduğunu belirterek E-Muhtırayı hükümetin tanımayacağını ve sorumlulardan hesap soracağını dile getirilmiştir.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan E-muhtıraya karşı en sert tepkiyi gösterenlerin başında yer almıştır.

Neredeyse 28 Şubat üzerinden 10 yıl geçmişti ki, başörtüsü yasağını çözmeyi seçim vaadi olarak kullanan Ak Parti bu yasağı çözme girişiminde bulunmuştu.

***

Ruhumu milletimizin maneviyatından almayan Darbe Anayasası bahane edilerek Ak Partinin kapatılması için dava açıldı. Ancak, büyük mahkeme tarafından Ak Partinin kapatılmaması kararı çıktı.

Daha sonra birçoğumuzun bildiği ancak asla yüksek sesle ifade etmeye hiç kimsenin cesaret edemediği derin devlet yapılanması olan 'Ergenekon Terör Örgütü' başlıkları yayıldı…

***

Yakın tarihte ise Çözüm Süreci adı altında ülkenin sorunlarını çözmek için akademisyenler, akil insanlar, gazeteciler… bütün ülkede mümkün olduğu kadar yerinden incelemeler yaparak, insanlarla konuşarak… bilgiler toplandı ve ülkedeki sorunların çözümü için düşünceler geliştirildi.

***

7 Haziran 2015’te yapılan milletvekili seçimi sonucunda, nedeni ne olursa olsun, hükümet kurulamadı ve yarın ise tekrar milletvekili seçimi yapılacak.

Ülkedeki sorun, partilerin az veya çok milletvekilliği elde etmeden ziyade Anayasa sorunudur. 

Milletimizin yapısına uygun bir anayasa yapılmadığı taktirde ülkemizde hangi parti veya partiler iktidara gelirse gelsin birliği ve beraberliği sağlayamazlar.

Örneğin, Üstad millet tanımı yaparken ‘VATAN, DİN VE DİL BİR İSE MİLLET BİRDİR. AYRICA, BUNLARDAN BİRİ EKSİK İSE YİNE MİLLET BİRDİR.’  cümlelerini kullanmıştır.  

Bu yüzden, millet tanımı yapılırken ırkçılığı çağrıştıran tanımlardan kaçınılması ve birlik ve beraberliğimizin ruhu olan din ve vatan eksenli millet tanımının yapılması gerekir.

Öyle bir tanım yapıldığında, ülkemizdeki Türk, Kürt, Arap, Arnavut, …. ‘un büyük çoğunluğunun itiraz edeceğini sanmıyorum.

***

Ayrıca, Gayri Müslim vatandaşlarımızın bütün haklarını kendi hakkımızı koruyormuşçasına koruyacak şekilde ANAYASAL DEĞİŞİKLİKLERİN yapılması gerekir.

O halde, eğitim, ticaret, adalet, sağlık ve altyapı başta olmak üzere bütün alanlarda YENİ BİR ANAYASA yapmaya kararlı olan parti veya partiler geleceğin Türkiye’sine damgasını vuracak ve tarihte anılacaktır.

Bütün vatandaşlarımızın eşit ve en üst düzeyde temsil edilebileceği bir anayasanın yapılması dileğiyle…