BAŞBAKAN’A

 

Bilindiği gibi 1 Kasım seçimleri sonrası %50 ‘ye yakın bir oyla Ak Parti tek başına hükümeti kurma çoğunluğu elde etti ve 64. Hükümet göreve başladı.

Bünyesinde barındırdığı milletvekillerinin okumuşluk düzeyleri incelediğimizde  gerçekten  Partilerin çok stratejik tercihler yaptıkları dikkati çekmektedir.

Tek başına hükümeti kurma çoğunluğunu elde eden Ak Partiden, 7 Haziran öncesindeki kabineden bazı milletvekillerin tekrar Bakan olmalarına karşın, bir kısmının ise Bakan olamadıkları ve ilk kez seçilip Bakan olmayla müşereflenenlerden oluştuğunu saptadım.

***

Hükümet olmanın ehemmiyetini anlamak açısından pekçok örnekler verebilirim. Ancak, bu haftaki yazımda çok önemli bir örneği yazacağım. Bu vesile ile sizleri hayalen ve fikren Asr-ı saadete yani Cezîretü’l-Arab’a götürmeye çalışacağım.

***

Bilindiği gibi o asırda islam dini hak din ilan edilmiştir. Peygamberimize (a.s.m.) peygamberlik davasından vazgeçmesi için Cezîretü’l-Arab’daki en büyük nimetler teklif edilmiş. Ancak, O (a.s.m.) ‘Bir elime ayı  ve diğer elime güneşi verseniz bile bu davadan vazgeçmem’’ buyurmuştur.

***

Çok mütevazi olan Peygamberimiz (a.s.m.) misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder ve ikramda bulunurdu. Bir gün çölden biri gelip, “Kim bu insanların büyüğü?” diye sordu. O sırada misafirlerine kâselerle süt dağıtma hizmetinde bulunan Peygamberimiz (a.s.m.) o adama, “Bu insanların büyüğü bunlara hizmet edendir!” buyurdu. Bu sözüyle hem büyüklerin insanlara hizmet edeceğini ifade etmiş ve hem de aradığı kimsenin kendisi olduğuna işarette bulunmuştur.

***

Yukarıdaki örnekleri yazmamın nedeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun özde ve sözde Dindar Bir Müslüman  olmasından kaynaklanmaktadır. Müslüman bir yönetici demek adalete, hukuka, hakikate uyan…. bir lider ve hizmetkar demektir. Bu yüzden, Peygamber efendimiz (a.s.m.) zamanındaki yaşanmış hadiselerde bazı örnekleri ifade ettim.

***

Başbakan Ahmet Davutoğlu ve kabinesinden herkes gibi benim de beklentilerim var. Bu beklentilerin kişisel çıkar amaçlı olmadığını alttaki satırları okuyan siz değerli okuyucularım farkedeceklerdir.

1) Ülkemizde yaşayan insanların  neredeyse %99’u müslümandır. Beyensek de beyenmesek de hem müslümanların ve hem de Gayri Müslimlerin ibadetlerini ve fikirlerini baskı altında kalmadan ve başkalarına hakaret etmeden ifade etmesine imkan tanınmalıdır.

2)Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, özellikle, menfi yasaların kaldırılıp yerlerine müspet yasaların getirilerek uygulamaya konulması gerekir. Sözün özü Darbeler Anayasasının kaldırılarak yerine Milletin Anayasanın getirilmesi gerekir.

3) Ayasofya Camisinin derhal tümüyle ibadete açılması gerekir. Topkapı, Sultanahmet… camilerini doldurun da ondan sonra bakarız sözüne saygı duyuyor ama o  sözlere katılmadığımı burada ifade etmek istiyorum. Ayasofya’nın ibadete açılması için öyle bir koşul nerede görülmüş?

4) Milli Eğitimin Müfredat programında İlkokul, Ortaokul ve Lisede haftada en az 6 saat Din Dersi (Kur’an-ı Kerim, Tefsir, Siyer, İlmihal…) belli bir plan ve program dahilinde öğrencilere öğretilmelidir. Konunun ehemmiyeti daha iyi anlaşılabilmesi için, bu din dersi konular TEOG, YGS ve LYS sınavlarında sorulmalıdır. Bu konuda sorulan sorular tüm soruların en az %20’sini oluşturmalıdır. Çünkü,  İslam alimlerinin en büyüklerinden Üstad "Vicdanın Ziyası, Ulûm-U Diniyedir.  Aklın Nuru, Fünun-U Medeniyedir. İkisinin İmtizacıyla Hakikat Tecellî Eder. O İki Cenah İle Talebenin Himmeti Pervaz Eder. İftirak Ettikleri Vakit, Birincisinde Taassup, İkincisinde Hile, Şüphe Tevellüd Eder." sözleriyle hem din ilminin ve hem de fen ilminin ehemmiyetini dile getirerek bunlaın birlikte öğretilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

5) Ana dilde eğitim isteyen her vatandaşımızın çocuklarına o imkanı tanımak gerekir. Örneğin Kürtçe ve Arapça konusunda eğitim verecek yeterli öğretmenlerimiz yoksa, bu alandaki eksiklikler giderilmeli ve bu sorun hiç kimse ile pazarlık yapmadan uygulamaya konulmalıdır.  Bu konuda Üstad  ‘’Lisan-ı Arabi vacip, Kürdi caiz, Türki lazım kılmak." diyerek bu üç dilde tedrisat yaparak, bu üç dilde ihtisas sahibi olmaları için talebelerini teşvik ettiği bilinmektedir.

6)Ülkemizin ve milletimizin yararına çalışan Dernekler, Vakıflar gibi Sivil toplum örgütlerinin… güçlenmesi için katkıda bulunulması gerekir. Çünkü, bunlar vatandaşlarımız ile daha kolay iletişim kurabiliyor.

7) Doğru olan kişilerle işbirliği yapılmalı, kişisel menfaatleri için,  yolsuzluğa bulaşan ve bu uğurda hiç çekinmeden yalan atanlara fırsat tanımayacağınıza inanıyorum.  Buna en büyük delilim ise Başbakan’ın Beden Dilinin bunlara fırsat vermeyeceği görüntüsünün yansıtmasıdır. Bakanlık yapmış, milletvekilliği yapmış, tüccar, akademisyenin…  kim olursa olsun hiç olmazsa son on yıldaki mal varlıkları araştırılmalıdır. Haksız yere kazanç elde edenler varsa gerekli cezaya çarptırılmaları gerekir… Peygamber efendimiz (a.s.m) Bir Hadis-i Şerif’te: “Allah’a verdiğiniz sözde durun. Zira Allah sadıklarla beraberdir. Yalandan da uzak durun. Zira yalanla iman bir arada bulunmaz”. buyurmuştur.

8) Millet tanımının doğru bir şekilde yapılması gerekir. Üstad ‘Din, Dil  ve Memleket bir ise zaten Millet birdir. Ayrıca, bunlardan biri eksik ise yine Millet birdir.’ İfadelerini kullanmıştır.

9) Enes bin Malik (r.a.)  tarafından “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisi rivayet edilmiştir.  Herhangi bir kurumda çalışmayan yani ev hanımı olan bayanlara da sahip oldukları çocuk sayıları da dikkate alınarak tatmin edici bir maaşa bağlanmaları gerektiğine inanıyorum.

10) Türkiye 1990’lı yıllara dönmemeli, faili meçhuller yeniden olmamalı, düşüncelerini beğenmesek bile, gazetecilerin, avukatların, öğretmenlerin, doktorların… fikirlerini ifade etmeleri hoşgörü ile karşılanmalıdır. Zaten yasalara aykırı söz ve eylemlerde bulunanlara gerekli cezaya çarptırıldı. Bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlarımızın canları, malları,… güvence altında olmalıdır. İnsanlarımız korku içinde yaşamamalıdır.

Ayrıca, daha pek çok madde sıralayabilirim. Ancak, siz değerli okurlarımızın fazla zamanını almamak için şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

***

Hemen şunu da ifade edeyim ki, yukarıda yazdığım cümleleri on iki  veya on üç yıl öncesine kadar yazsaydım belki beni sorgusuz sualsiz cezaevine atabilirlerdi. Hatta kariyerimle oynanacağından hiç şüphem yoktur. Bugün fikrimi beyenmeyenler rahatlıkla düşüncelerini yazıp aktarabildikleri gibi  ben de inandıklarımı yazabilmenin ve siz okurlarıma  aktarabilmenin mutluluğu içerisindeyim.