HAKİKAT ÖLÇÜSÜ

 

Uzay ve zaman sınırları içinde, insan türünü sıradan bir organizmadan ayıran en önemli özellik şüphesiz insanın düşünebiliyor olmasıdır.

Düşünmek, varlığının bilincinde olmakla başlar. Daha sonra öğrenmenin ilk araçları olan beş duyu organının çalışmasıyla devam eder. Her şeyi görür, her şeyi işitir, her şeyi tadar, her şeye dokunur ve her şeyi koklar. Bu seviye henüz düşünmenin ilkel seviyesidir. Bu ilkel seviye objektif bir seviyedir. Her şeye açık, her şeyi kabul edebilir dönemdedir.

 Bu aşamayı geçtikten sonra “her şey” den seçmelere başlar. Her şeyi görür ama gözüne hoş gelene bakmaya devam eder, ötekilerine bakmaz. Her şeyi işitir ama kulağına hoş geleni dinlemeye devam eder, ötekilerini dinlemez. Bu seviyede insan artık objektif değildir. Çevresini tanımlamaya başlar. Objektif dünyanın içinde kendisine özel sübjektif bir dünya kurar. Zaman içinde karşılaştığı diğer unsurları da sübjektif dünyasının rengiyle renklendirir.

Böylece insan zihninde varlıklar arasında bir ötekileştirme başlar. Etkileşim içinde bulunduğu nesneleri kategorize eder. Artık onun için hayat, çiftler üzerinde kurulmuştur. Buna göre çevresini iyi ve kötü; güzel ve çirkin diye ayırır.

Bu ayırımı yaparken insan, ilkel düşünmenin araçlarından olan beş duyusuna göre tanımlamalar yaparsa, varacağı nokta hedonist yani zevk düşkünü gibi bir yer olur. Güzel ve çirkinin; iyi ve kötünün ölçüsü sadece zevkleri olur. Bu seviye, insanın tüm potansiyelini kullanarak geldiği bir seviye olamaz. Dolayısıyla tanımlamaları yetersiz olacaktır. Çünkü insan sadece beş duyusu olan bir varlıktan ibaret değil. öyle olsaydı üzülmez, sevmez, merak etmez, kaygı duymazdı. O halde eşyaya hedonist bir yaklaşım, insan ruhunu mutlu eden bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Beş duyunun yanında, diğer duygularımızı da katarsak eksikliği bir derece gidermiş oluruz.

Ama sevgiler, korkular, meraklar da değişkenlik gösteriyor. Bir şeye olan sevgimiz ve merakımız sürekli olamıyor. Zaman ve uzay değişken olduğu gibi duygularımızın da sürekliliği olmamaktadır. O halde iyi ve kötüyü; güzel ve çirkini nasıl ayırt edeceğiz?

Bir defa galaksilerden duygularımıza kadar her şey değişken olduğuna göre, bu değişkenliği domine eden sabit bir hakikat olmalıdır. Irmağın üstündeki parıltıların değişkenliği sabit bir güneşi gösterdiği gibi; zaman ve uzay sınırları içindeki tüm değişkenlikler, zaman ve uzayın ötesinde sabit bir hakikatin varlığını gösterir. O hakikat şüphesiz Allah’tır.

O halde iyi ve kötü tanımlamalarının ölçüsü, her an değişkenliğe maruz olan zihnimiz değil, değişkenlikten münezzeh olan Allah’ın ölçüleri olmalıdır.

Yerin ve göklerin yaratıcısı, Şira yıldızının rabbi,  içinde yaşadığımız bu alemleri anlamamız için bir kitap gönderdi. İnsan iyi ve kötüyü; güzel ve çirkini bu kitaba göre tanımlarsa mükemmele ulaşır. Çünkü insanın, sadece zihniyle kendini ve çevresini tanımlaması, mümkün değildir. Çünkü bir şeyi tanımlayabilmek için onu bir bütün olarak kavrayabilmek gerekiyor. Ta ki efradını cami ağyarını mani bir tarif yapabilsin. Hiçbir insan beyni bunu gerçekleştiremeyecektir. Çünkü uzay ve zaman sınırları içinde olan bir organizmanın yapacağı her tarif eksik kalacaktır.

O zaman bize maddenin ötesinden gelen ve maddeyi bir bütün olarak gören bir bilgi lazım. O bilgi de vahiydir. İnsanın çevresini sorgulamasıyla başlayan düşünce yolculuğu, ancak vahyin kılavuzluğuyla menzile ulaşabilir.