KUDÜS İÇİN HAMASET Mİ MANTIK MI?

Bugüne kadar yüzlerce defa “İsrail’e lanet Filistin’e destek” mitingleri düzenlendi. İsrail büyükelçilikleri önünde protesto gösterileri yapıldı. Manşetler atıldı, yazılar, kitaplar yazıldı. Ama İsrail’in zulmüne ve Filistin topraklarındaki işgaline engel olunamadı.

Neden peki?

Çünkü her meselede olduğu gibi bu meselede de problemi bütünüyle ele almıyor, duygularımıza kapılıyor ve attığımız sloganlar veya hamasi ifadelerle heyecanımızı tatmin ederek meselenin çözüldüğünü sanıyoruz. “Sefer bizden zafer Allah’tan” anlayışıyla hareket ediyor, sonuca ulaşmak değil çaba göstermek bizim için amaç haline geliyor.

 Zafer tabi ki Allah’tan. Ama bu inanç bizi “önemli olan yarışmaktı” anlayışına da sürüklememeli. Madem çaba gösterecek enerjimiz var o halde bunu en iyi şekilde değerlendirmek lazım. Bu enerji, sadece sloganlar atarak tüketilmemeli. Stratejiler çizilmeli, projeler üretilmeli ve hedefe doğru kararlı adımlarla yürünmelidir. Ama bu yürüyüş kafa ağrıtan uzun ve çileli bir yolculuk olduğu için daha kolay olan hamasi söylemlerle, manşetlerle ve günlük yazılarla olayı geçiştiriyoruz. Tabiatıyla da sonuca ulaşamıyoruz.

Filistin sorunu, bütünlüğün bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Bu bütünlük, Orta Doğu’daki genel sorundur. Müslümanların bilimde geri kalmışlıkları, mezhep çatışmaları, üretim eksiklikleridir. Meselenin temeline inmeden, yüzeydeki sorunları çözemeyiz.

Bu genel sorunların bir sonucu olarak, Kudüs sorununa da iki şekilde yaklaşılmalı. Biri müeccel diğeri muaccel. Yani birincisi bir süreç içine yayılmalı, özveri isteyen uzun bir yolculuğa çıkılmalıdır. Diğeri hemen yapılması gereken anlık işlerdir.

Anlık olanları yeterince olmasa da zaten yapıyoruz. Sloganlar atıyor, mitingler düzenliyor, lanetler yağdırıyoruz. Bunlar olmalı ve daha da çok desteklenmeli. En şiddetli bir şekilde tepkilerimizi ortaya koymalıyız. Ama bilmeliyiz ki bu kalıcı bir çözüm olmayacaktır.

Kalıcı çözüm Müslümanların bilimde, sanayide akademide ilerlemelidir. Bunun için yeterli tarihi ve kültürel birikimimiz, zeka tarlalarımız, enerjimiz ve paramız var.

Ama bir şeyimiz eksik: vizyon.

Şöyle ki: İslami ilimleri, sadece Arapçanın dilbilgisini öğrenmek ve Kur’an’ın lafzını ezberlemekten ibaret görüyoruz. Tefsir, hadis ve kelamda bile çok eksiğimiz var.

İslami binaları, sadece cami ve Kur’an kurslarından ibaret sanıyoruz. Bağışlarımızın çoğunu bu binalara ve bu binalarda okuyan gençlere verdiğimiz burslarda harcıyoruz. Bunlar elbette ki olmalı.

Ama Arapçanın dilbilgisine verdiğimiz önem kadar kimyaya, biyolojiye, tıbba, astronomiye önem vermezsek, Kudüs’ü kurtarmak için daha çok Salahaddinleri bekleriz.

Camilerin sadece tezyinatı için harcadığımız milyon dolarlar kadar, laboratuvarlara, kütüphanelere, akademik çalışmalara para harcamasak Ayasofya için daha çok Fatihleri bekleriz.

Hafızlara verdiğimiz burslar kadar, bilimsel çalışmalar, deneyler yapan; Oxford, Cambridge, Harvard gibi dünyanın en iyi üniversitelerinde okuyan Müslüman öğrencilere burslar verip desteklemediğimiz sürece ya da kendi üniversitelerimizi dünyanın en iyi üniversiteleri yapmadığımız sürece, Orta Doğu’dan sömürgecileri kovmak için daha çok Ebabiller bekleriz.

Petrolden gelen geliri, lüks hayatlara harcadığımız kadar sanayiye, üretime, istihdama harcamadığımız sürece putları kırmak için daha çok İbrahimleri bekleriz.

Şunu bilelim ki bir daha ne Salahaddin ne Fatih ne Ebabiller ne de İbrahim (AS) gelecektir. Allah’a yemin olsun ki bir daha onlar gelmeyecekler.

Ama biz Salahaddin, Fatih olabiliriz. Misyonlarını yüklenebiliriz. Bu misyon hamasetle değil akılla olmalıdır. Bilime, sanayiye ve akademiye yatırımla olmalıdır.

Buna şimdi başlasak üç kuşak sonra belki hedefe varırız.