BİREY MERKEZLİ BİR MEDENİYET

Geçen yazıda “birey merkezli bir medeniyet inşası” demiş ve bırakmıştım. 21. Yüzyılda İnsanlığın yaşadığı çok yönlü kaosun temelinde, “birey” in ötelenmesi ve değersizleştirilmesi olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

Evet kalıcı bir medeniyet ve kalıcı bir huzur, bireyden başlayan bir terbiye ile mümkündür.

İslam medeniyeti, bireyi merkeze alan bir yapıya sahiptir. Hatta vahiy ile terbiye edilen Hz. Peygamber’in de önce  kişisel dünyası şekillendirilmektedir. İlk inen surelerden olan Müzemmil suresi, Hz. Peygamber’in özel hayatını, kendine has zamanını formatlamaktadır. Bunun sebebi olarak da “Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz yükleyeceğiz.” diye belirtilmektedir. Yani yüce Allah, Hz. Peygamber’in üzerine ağır bir söz ve görev yükleyeceği için, öncelikle onun kişisel ve özel hayatını şekillendirmeyi murat etmektedir.

İşte İslam medeniyetinin temeli bu anlayıştır. Bu medeniyet, büyük işler yapmak, insanlığa huzur ve barışı getirmek, adalet üzerine tesis edilen yeni bir dünya kurmanın başlangıç noktası olarak bireysel terbiyeye vurgu yapar.

Bu medeniyette her şeyden önce kişiler kaliteli olmalı. Erdemli olmalı. Başkalarının zararında çıkarlarını aramamalı.

Bu medeniyette insanlar paralarıyla ve makamlarıyla değil, fazilet ve kişilikleriyle saygınlık kazanır.

Bu medeniyette yardımlaşma ödüllendirilen bir davranıştır. Menfaat peşinde koşma ise lanetlenen bir davranıştır.

Peki yaşanmış mı böyle bir medeniyet? Yoksa bir ütopyadan mı söz ediyoruz?

Çok uzağa değil birkaç yüzyıl geriye giderrsek, birey merkezli bir medeniyeti ve onun doğurduğu toplumsal barışı göreceğiz.

Mesela meşhur Ahilik Teşkilatı… Yani bugünkü ifadeyle Kardeşlik Birliği… Komşusu siftah yapmadıysa, kendisine gelen ikinci müşteriyi komşusuna yönlendiren bir teşkilat… Yalan söyleyen ve saygısızlık yapanları birlikten kovan bir teşkilat. Can aldıkları için cellat ve avcıları birliğe üye yapmayan bir teşkilat. Bu denli olaylara hassasiyetle eğilen bir teşkilat…

Bu yapı, arkasında güçlü bir “bireysel terbiye” olmadan ayakta duramaz. Hep soruyorlar ya bu tekke ve zaviyeler, tarikatlar bize neyi kazandırdı? İşte birbiriyle barışık, birbiriyle yardımlaşan, başkasına zarar vermekten çekinen, fakiri gözeten, muhtaçlara yardım eden, menfaati arka plana atan, sanata düşkün, ince bir ruha sahip, konuşmasını bilen bir toplum kazandırdı. 

Şimdi ben soruyorum. Bu seküler yapılanmalar bize neyi kazandırdı?

Ben söyleyeyim:

En kutsal iki duygu olan sevgi ve saygıyı yozlaştırdı. Kimin gerçekten seni sevip saydığını anlayamayacağın, kimseye güvenemeyeceğin bir toplum oluşturdu. Acaba menfaat için mi yoksa samimi duygular mı? diye ikilemin içine insanları sürükledi.

Yardımlaşmanın neredeyse sıfıra indiği ilişkileri doğurdu.

İslam medeniyetinin sürekli teşvik ettiği “karz-ı hasen” kavramını unutturdu. Yani işleri rast gitmeyen veya hastası olan veya herhangi bir şekilde paraya muhtaç olan birine, rahatlayacağı güne kadar borç vermek demektir “karz-ı hasen”…

Bugün bu ifadeyi duyan kaç kişi var acaba? Bankalar bu yardımlaşmayı kapattı. İnsanların ihtiyaç halinden kâr elde etmeye çalışan iğrenç yapılar ortaya çıktı.

Bedensel zevklerin öne çıktığı, aile mefhumunun büyük yaralar aldığı bir toplum ortaya çıktı…

Mikro ilişkilerde bu arızalar olduğu gibi makro düzeydeki uluslararası ilişkilerde de bu arızalar var…

Savaştan çocuğuyla kaçan insanlara çelme takacak bir insanlıkla karşı karşıyayız…

Mültecilere yardım etmeyi yadırgayan ve reddeden insanlarla aynı havayı soluyoruz…

Ve daha neler neler…

Gittikçe canavarlaşan bir insanlıkla karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız?

Yeniden birey merkezli bir medeniyet inşasına yönelmeden, medeniyeti bireyden başlatmadan, küresel krizlere çözüm aramak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bütünü düzeltmek için, parçadan başlamak zorundasınız. Bizim bin yıllık kadim medeniyetimizin temel anlayışı da budur. Vesselam…