GELECEĞİ HALKLAR YÖNETECEK

İnsanlık, bir araya gelmeyi başardıktan sonra bir “güç” olduğunun farkına vardı. Bu “güç” insanın yaratılışında var olan “sahip olma” duygusunu hareketlendirdi. “Güçlüysem sahip olmalıyım.” dedi. Bunu gerçekleştirmek için önce sınırlar çizdi. Koca dünyayı ikiye ayırdı. “Benim olan ve benim olmayan” diye zihninde bir ötekileştirme, bir düşmanlaştırma oluşturdu. Sonra çizdiği sınırlarda “hakim olma” dürtüsü oluştu. “Sınır çizmek yetmez, sahip olmak yetmez, çizdiğim ve sahip olduğum sınırlarda hakim de olmalıyım.” dedi. Bu sefer de halklarını ikiye ayırdı “benden olanlar ve benden olmayanlar” diye. Bitmedi. Çünkü bu sınırlandırmalar  birden fazla oluşumu meydana getirdi. Kendi sınırlarını çizdikten ve kendi içinde hakim olduktan sonra diğer sınırlara saldırmaya başladı.

İster vahşilik deyin, ister başarı deyin, ister tekamül deyin ister başka bir şey. İnsanlığın devletleşme serüveni bu. Önce güç elde etmek, sonra sahip olmak, sonra hakim olmak, sonra başkalarını yutmak…

 İnsanlık güç elde etmek için önce hanedanlığı kullandı. Eski Mısır, Sümer ve Çin medeniyeti hanedanlıkla başladı. Sonra hanedanlar arasında mücadeleler oldu. Türklerde bir farklılık vardı. Devlet, birden fazla hanedana değil, tek bir hanedana bağlıydı. Hanedan yıkıldığı zaman devlet; devlet yıkıldığı zaman hanedanlık yıkılıyordu. Osmanlılar, Selçuklular gibi… Sonra krallıklar, feodal sistemleri de unutmamak lazım.

Fransız ihtilalinden sonra ulus-devletler kuruldu. Gücünü “damarlarında akan kan”dan alan ulus-devletler(!)… İtalya, Almanya, Fransa vs. bunun ilk örnekleri… Bununla kalsa iyiydi. Ama bununla da kalmadı insanlık.  Herkes aynı ulustan, aynı atadan gelemeyeceğine göre, “uluslaştırmalar” başladı. Yani “asimilasyon.” Ulus-devletler emperyalizmle toprakları sömürdüler. Asimilasyon ile de halkları, kültürleri, dinleri sömürdüler. Çünkü herkes onlardan olmalıydı. Herkes onlar gibi düşünmeli, onlar gibi giyinmeli, onlar gibi yaşamalı hatta onlar gibi dans etmeliydi. Çünkü artık yukarıdaki “benden olanlar ve benden olmayanlar” mantalitesi yerine “herkes benden olmalı” mantalitesi yerleşmişti.

Batı menşeli emperyalizm ve asimilasyon bir tepkiyi doğurdu. Bu tepkinin en şiddetlisini Müslüman halklar gösterdi. “Müslüman halklar” diyorum çünkü Müslüman devletlerin başında bulunanlar, emperyalizm ve asimilasyon politikasının kahyalığını yapıyorlardı ve hala yapıyorlar. Ama Müslüman halklar kısmen dejenere olmuş olsa da çoğunluk olarak, hiçbir zaman batıya teslim olmadı. Mücadele etti. Kimisi siyasete atıldı, kimisi eğitim ve ilimle karşı çıktı kimisi radikal örgütler kurdu veya alet oldu. Bu durum bir sancıyı ve yönetilemezliği doğurdu. Orta Doğu’nun ve Müslüman halkların içindeki bu istikrarsızlık işte bu sancının bir sonucudur.

Bu sancıdan yeni bir güç doğuyor. O güç de “halkların gücü” dür. Asıl tekamül ve insanlığın mükemmelleşmesi bu sancıdan sonra doğacaktır. İnsanlık onuruna, şerefine uygun olan da budur. Batı kısmen bunu gerçekleştirmiş durumda. Ama bu imkanı diğer ülkelere vermek istemiyor. Çünkü diğer ülkeler henüz “onlardan” olmadı. Herkes onlardan olunca yani onlar gibi dans etmeye başlayınca, o zaman halklara da fırsat verecekler. Onların gizli projeleri bu aslında.

Artık Müslüman ülkelerde, batıdan bağımsız olarak bir halk hareketi var. Arap baharı Suriye’de tosladı. Sisi, bu baharda yıkıcı bir fırtına etkisini gösterdi. Ama bunlar, tarihin seyri içinde gelişen uyanışa asla engel olamayacak. “Hiç kimse zamana karşı pehlivanlık yapamaz.” Bu bir tekamül hareketidir. Hanedanlıklar, krallıklar, feodaller nasıl yıkıldıysa, batıda halklar nasıl devlete hakim olduysa, Orta Doğu’da da bu süreç yaşanacak. Halk devlete hakim olacak.

İşte tam burada Türkiye’nin halklara yaptığı yatırım devreye girecek. Orta Doğu halkları Türkiye’yi lider görüyorlar. Bunu kimse inkar edemez. Bu “halk gücü”ne ne Esat ne Sisi ne de başka bir güç dayanabilir. Halklar hakim olduğu zaman da Türkiye bugün yaptığı yatırımların meyvesini almaya başlayacak. Yeni bir güç doğacak. Onun için bugün Sisi’yi desteklemiyor, Suriye’de halkın yanında bulunuyor ve dünya mazlumlarını himaye ediyoruz. Bunları yaparken belki bu kadar uzun vadeli düşünmüyor olabiliriz. Ama bu durum “amaçlanmamış bir sonuç” olarak kendisini gösterecektir.

CHP Tez Zamanda Atatürk’e Sahip Çıkmalı

Barbaros Şansal diye biri var. Her fırsatta ülkesine hakaret etmeyi marifet bilen bir tip. “Ülkesine”  demek de ne kadar doğru bilmiyorum. Zira Türkiye’ye çok da aidiyet hisseden biri değil. En son yılbaşında kinin kustu. Bence bunun bir haber değeri yoktu. Çünkü zaten hakaretler, küfürler, seviyesizlikler onun ve onun gibiler için artık normalleşti. Ama asıl ilginç tarafı şu. Kıbrıs dönüşü, uçaktan inerken, Atatürk resmi olan bir tişört vardı üstünde. Burada, yaptığı bütün terbiyesizliği, Atatürk’ün arkasına sığınarak örtmeye çalışma duygu- durumu var. Bunu yapan sadece bu yaratık da değil. Peki burada bazı sorular sormak gerekmez mi? mesela Bu ülkenin değerlerine, tarihine hakaret eden insanların çoğu neden Atatürkçü? 28 Şubat’ta neden hareket noktası olarak, Atatürk ve Atatürkçülük referans gösteriliyordu? O zaman Atatürkçülüğü sorgulamak gerekmez mi?  15 Temmuz’da cemaat görünümü altında bir ihanet şebekesi darbe yapmak istedi diye, neredeyse tüm cemaat ve tarikatlar linç ediliyordu da Atatürkçülüğün altında bu kadar hakaretler ve darbeler yapıldığında, neden kimse çıkıp Kemalizm’i sorgulamıyor. Bu mu “bilimin ve aklın ışığındaki özgür düşünce”niz?