İNSANIN ÜSTÜNLÜĞÜ
İster zihinsel olarak bakın, ister psikolojik olarak, isterseniz de maddeye etki etme açısından bakın, en mükemmel varlığın insan olduğunu göreceksiniz. Vahiy kaynaklı bütün kitaplarda, bizzat insan muhatap alınmış ve üstün tutulmuştur. En seküler veya akılcı disiplinlerde de yine insanın mükemmelliği tartışmasızdır. İnsanı maddeden küçük gören bir felsefe de doğmamış gibidir. Tarih boyunca insanın kendisini küçük gördüğü tek varlık “ilah” olmuştur. Hatta bazıları onu da çok görmüşler. Firavun, Nemrut gibi bazı insanlar kendisini ilah yerine bile koymuşlardır. Şimdi ise kendini ilah zanneden insanlar yok ama ilahın bütün özelliklerini maddeye yükleyen insanlar var. Böylece kendisinden daha yüce kimse kalmamış oluyor. Çünkü önce ilahî sıfatları maddeye yüklediler, sonra da kendilerini maddeden üstün tuttular. Yani haşa insanı, ilahlaştırmanın da ötesinde ilahtan yüksek tutma felsefesini oluşturdular.
Eskiden putperestler
ilahi sıfatları taştan, tahtadan yaptıkları nesnelere yüklerlerdi. Sonra onu
kendilerinden üstün tutup ona taparlardı.
Şimdikiler ise ilahi
sıfatları bütün atomlara dağıtarak kendilerini ondan üstün tutuyorlar. Maddeyi
kim yarattı ve kim idare ediyor? Sorusunun cevabı onlara göre “Kendi kendine
tesadüfen oldu ve kendi kendine tesadüfen idare oluyor.” cümlesidir. Peki, insanı bu varlığın içinde
nerede konumlandırıyorsunuz? Sorusunun cevabı ise “Tekâmülünü veya evrimini
tamamlamış en mükemmel varlıktır.” cümlesidir. Gördünüz mü? İnsanı nasıl
ilahtan bile üstün görerek Firavun ve Nemrut’u bile geçtiler. İlahi sıfatları
atomlara verdiler ama insanı da atomlardan yapılmış en üstün varlık olarak
gördüler.
Evet insan üstündür.
Ama onun bu üstünlüğü ait olduğu yaratıcısına bağlıdır. İnsan ilah olamaz ama
“ilahî” olabilir. Yani ilaha ait olabilir, İlahi sıfatları taşıyabilir ki onlar
zaten geçici olarak bize verilmiştir. Ta ki ait olduğumuz yeri, rabbimizi
unutmayalım.
Bu ilahi sıfatlar bir
gaye için verilmiştir. O gaye de Allah’ı iyi tanımamızdır. Eğer bu ilahi
sıfatlar geçici olarak bize verilmemiş olsaydı, bizim rabbimizi tanımamız
mümkün olmazdı.
Mesela “hâkim olma”
veya “sahip olma” gibi ilahi sıfatları anlayabiliyor ve hatta yaşayabiliyoruz.
Çünkü Allah bu iki sıfatı bizlere de yüklemiş. Ancak “ezeli olma” veya “yoktan
var etme” yi anlayamıyoruz. Çünkü bunlar bizde yok.
İşte aslında Allah’ı
anlamak için emaneten bize yüklenen bu sıfatları, insanoğlu gerçek sanıp
kendini ilahlaştırmıştır.
İşte çağımızın en
büyük hastalığı da budur. İnsanın, sığınma gereği duyduğu bir ilaha ihtiyacı
vardır. Ama kendini ilah sanınca sığınacak bir yeri kalmıyor. Her şeyi
kendinden biliyor. Dünyanın bütün yükünü omuzuna almaya çalışıyor. Altında
ezilip kalıyor.
Bu duygu-durumun
sadece Allah’ı inkâr edenlerde olduğunu düşünmeyin. Seküler ve pozitivist
eğitim alan herkeste, bilinçaltı böyle şekillenmiştir. Zihinsel ve hatta yaşam
tarzı olarak kendini Müslüman olarak tanımlayabilir, İslam’ın kurallarına
ritüellerde de olsa uyabilir.
Ama aslında zihinler,
fikirler sekülerdir, Allah’tan bağımsızdır.
“Gökler ve ahiret Allah’ın
olsun. Yeri biz idare edelim.” anlayışı vardır.
Sadece Ahirette hesap
vereceğimiz bir Allah anlayışı vardır.
Ama Allah bu değil…
Ticareti, siyaseti,
sosyal hayatı şekillendiren bir Allah var.
Her an yanımızda olan
ama ahirette hesap vereceğimiz bir Allah var.
Dolayısıyla seküler
eğitim ve insanın kendini ilahlaştırma eğilimi bizi yanıltıyor…
İnsanın üstünlüğünün
rabbine kulluk etmesinde olduğunu anladığımız gün insanın kurtuluş günü
olacaktır…